“...bir de başka, yukardaki gibi bütün memleketçe bilinmeyen, yalnız bölgelerce kullanılan sözcükler var. Biri benim başıma geldi. Cumhuriyette şimdi çıkmakta olan romanıma bilinmeyen bir sözcükle başlamak zorunda kaldım. Bir romancı için bu, o kadar iyi değil. Bu sözcük, "döngele" sözcüğüydü. Aradım, taradım, acaba şu istanbul'da şunların yazı dilinde döngeleye ne derler, dedim. Ne Osmanlıcasında ne de Türkçesinde böyle bir sözcüğü, onun karşılığını bulamadım. İstanbullulara da sordum, bilmediler. Döngele insan başı büyüklüğünde, bozkırda yetişen bir dikendir. Tarif ettim. Böyle bir diken İstanbul'da yok ki adı olsun, dediler.. Eee... ben ne yapayım şimdi? Bu sözcüğü Kayseri'nin Avşarlarından, Antebin Barak Türkmenlerinden, Torosun köylüsünden başkası kullanmıyor, bilmiyor diye ben de kullanmayayım mı? Latincesini, Grekçesini bulup onları mı yazayım romanıma? İstanbul'da bu diken yoksa, adı konmamışsa günah benim mi? Efendiler, ister istemez döngele sözcüğünü kabulleneceksiniz. Çünkü yeryüzünde döngele var.” (Yaşar Kemal, Ağacın Çürüğü, sayfa 24 - 25)