kitabın ilk basımındaki bir öyküde bir evin 500 lira olan kirasını çok yüksek diye yazmışım. Kitabın ikinci basımında 500 lira en ucuz kira durumuna düştüğünden kirayı 5 000 liraya yükseltiyorum. Üçüncü basımında 5 000 lira da para sayılmıyor, kirayı 50 000 liraya çıkarıyorum. Kitabın dördüncü basımı yapılırken 50 000 lira da yüksek değil, beleş sayılıyor, ben de kirayı 150 000 liraya çıkarıyorum. Her basımda durmadan kiraları yükseltiyorum, 200 000, 300 000, 500 000... Sayılar çıldırmamış mı?
Yalnız kalınca niçin mi yalnızlık çekmiyorum? Çünkü kendimi çoğaltıyorum, tek başıma kalabalık oluyorum, her kapalı kaldığım yalnızlığımda denizin dibini seyredecek bir tavan, bulutlu gökyüzünü seyredecek duvarlar buluyorum.
Bulunduğunuz yerde sizi yansıtacak bir ayna, bir durgun su birikintisi yada parlak bir yüzey olmasın. Çünkü orda kendiniz yansırsanız, adınızı, adresinizi, kimliğinizi, yansıyan hayalinizden gezlemeniz gerekecektir.
Al bakalım, al lâfı da tut ucundan vur duvara. Ah bilsek, ah bilsek ne kadar da seviyormuş. Sevdiği de kim-bilir ne hıyar ağasıdır. Her güzel kadının yanındaki erkek, bana hep armudun iyisini seçen o zevk sahibi hayvanı hatırlatır.
— Bak işte evlendik gitti sevgilim... Bu iş o kadat zor değil ki...
Ah, sen dünyanın en enayi kızısın... Zaten enayi ol-nıasan, benimle evlenir miydin? işte evlendik sevgilim... Nasıl?., inanmıyor musun?.. Vallahi billahi evlendik sevgilim.
Vasiyetimi yazabilseydim, yazmam gereken bir önemli madde de... Çok önemli.
Vasiyetimi yazamadan ölürsem -ki öyle görünüyor- kadınlarım için yazdıklarım, onlann
mektupları, fotoğraflarımız, benim notlarım... Sevdiğim, çok sevdiğim, beni sevdiklerine
inandığım kadınlarım... Beni düşkırıklıklarına uğratanlar... Beni seviyormuş gibi görünenler...
Kitaplığımda ayrı dolaplarda dosyalar içinde duruyor bütün o sevi belgeleri. Ne çok, ne çok...
Onlar benim en değerli zenginliklerim: ihanete uğramışlıklarım, aldatılmalarım, acılarım,
inandıklarım, sevgilerim, yürek çarpıntılarım, bulut oluşum, yağmur oluşum, yel oluşum...
Bu dosyaların hiçbiri ölümümden sonra, benden geriye kalmamalı. Ah, bunları vasiyetimi
yazıp belirtmeliydim.
Deli sokağa gelmişti, kalabalığın arasındaydı. Doğruca ihtiyarın yanma gitti.
Elini ihtiyarın omuzuna koydu,
— Ulan, dedi, senin de deli olduğun nasıl belli... Deli, delinin halinden anlar.
Sonra komisere,
— Haydi bakalım, şimdi beni bağla da tımarhaneye gönder, dedi. Deliye nasıl muamele edilir, öğrendin mi?
Deliyi götürürlerken, meraklı bir kalabalık ihtiyarın etrafmı aldılar:
— Beybaba, nasıl yaptın bu işi yahu?... İhtiyar;
— Eeee... dedi, kolay değil, kırk sene politika içinde yuğrulduk-Sonra bir göğüs geçirerek,
— Ah, ah!... dedi, şimdi bacaklarımda derman olsa,, ben de dama çıkardım, kimse de aşağı indiremezdi.