Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
Hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
Anlatamam, nasıl ıssız, karanlık...
Ve zehir-zıkkım cıgaram.
Gene bir cehennem var yastığımda,
Gel artık...
Ben hepsini düşünürüm,
Yirmidört saat
Ve seni düşünürüm,
Karanlık, hırslı...
Seni, cihanların aziz meyvası.
İlân-ı aşk makamından bir mısrâ,
Yeşerip, kımıldar içimde,
Düşer aklıma gözlerin...
Terketmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayin, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça...
Ve ellerim, kekepçede,
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terketmedi sevdan beni...
"Umutsuzluğa düşmek" ise bir devrimciye yasaktır. Cellat elinde işkencede ölüme bir soluk kalmışken bile. Yalnız yasak değil ayıptır da. Çünkü devrimcinin kendisi, insanlığın yarını ve umududur. Bir kural, bir ilkedir bu. Namussuzluğun, alçaklığın egemen olmadığı, soylu, güzel ve onurlu bir dünya, bu temel ilke üzerinde kurulur.
Sevgi, huzur, muhabbet rüzgârları essin diyorsan, daha doğrusu, buz dağlarının yerinde çiçekler açsın istiyorsan, yanacaksın. Istırabın, iç dünyanı kavururken, ateşinle yeni bir iklim oluşacak etrafında. Bahar olacaksın oralarda.