Ah Ümmet ah...
.... اللَّهُمَّ أُمَّتِي ... اللَّهُمَّ أُمَّتِي "Allahümme ümmeti... Allahüm- me ümmeti.../ Allah'ım benim ümmetim... Allah'ım benim ümmetim..." Dakikalarca, belki saatlerce bu devam ediyor, ağlıyor, ağlıyor, ağlıyor... Artık nasıl bir hål vaki oluyorsa Cenâb-ı Hak, O'nun ümmetine olan düşkünlüğünün hatrına Cebrail'i gönderiyor ve şöyle bir müjdeyi veriyordu. Cebrail diyordu ki: "Rabbimiz: 'Ey Resûlüm! Biz ümmetin hususunda Seni memnun edeceğiz ve Seni üzmeyeceğiz' diye buyurdu." Efendimiz bu müjdeyi alınca mübarek yüzünde güller açmaya başlıyor, seviniyor, bir taraftan gözyaşlarını silerken öte taraftan Rabbine karşı şükürlerini beyan ediyordu Sadece bu rivayet bile, O'nun ümmetine olan sevgisinin ne boyutta olduğunu anlamamız için yeterlidir değil mi?
Efendimiz sav'in sahabi sevgisi
Efendimiz'in (sas) sahâbeye olan sevdasının boyutunu anlayabileceğimiz bir dua ile başlayalım. Efendimiz bir gün Rabbine şöyle yakaracaktı: "Allah'ım! Ashabımı bana bırakma, ben onlara gereği gibi bakmaktan aciz kalırım. Onları kendilerine de bırakma, onlar kendilerine bakmaktan aciz kalırlar. Onları başkalarının eline de bırakma, çünkü başkaları onların kıymetini tam anlamı ile kavrayamaz, kendilerini onlara tercih ederler de onlara haksızlık yaparlar." Efendimiz'in (sas) bu duasındaki yakarışlarından biz, ashabını nasıl bir sevgi ile sevdiğini çok iyi anlıyoruz. O öyle bir seviyor ki ashabını, bu sevgisine rağmen kendisi dahi onların kadri kıymetini tam anlamı ile kavrayamama endişesi taşıyor ve onları kendinden, kendilerinden ve başkalarından bile sakınarak direkt Allah'a (cc) emanet ediyor.
Reklam
Haydar-I Kerrar/Çöllerin Aslanı
Ali, "Haklı olmak kadar, hak- lı kalmak da önemlidir." sözünün sahibidir. Çünkü Ali, bir istikamet ve istikrar insanıdır. En son O, Küfe'de; cehaletin ve taassubun kurbanı olan hain İbn Mülcem'in zalim kılıcı altında doğranırken: "Bis- millah ve billah ve a'la milleti Resûlullah. Fuztü bi Rabbi'l-Kabe/ Allah adına, Allah ile beraber, Resûlullah'ın milleti ile beraber, Käbe'nin Rabbine yemin olsun ki ben şimdi kazandım." Hz. Ali, şehit olarak bu dünyadan giderken kazanıyordu. Çünkü o çok iyi biliyordu ki asıl hayat yeni başlayacaktı. O sevmiş, sevdiğinin yolunda yaşamış, en son sevdiğinin yolunda da kanını feda ederek gidiyordu. Hz. Ali'nin sevdası, tüm peygamber sevdalılarına bu işin nasıl olacağını gösteren önemli bir örnekti.
Efendimizi (Sav) nasıl sevmeliyiz?
Eğer "vusülsüzlüğümüz usülsüzlüğümüzden" kaynaklanıyorsa, yani hedefe varamamamızın en önemli sebebi usûlün olmayışı ya da bu noktadaki eksikliklerimiz ise yapılması lazım olan şey, sevginin usûlünü de belirlemektir. Efendimiz'i (sas) sevmek, hiçbir şeyi O'nun kadar sevmemekle mümkündür. Bu ilke çok önemli olduğu için biz de en başa bunu aldık. Çünkü Efendimiz'i (sas) sadece sevmemiz yetmez, Allah (cc) dışında hiçbir şeyi O'nun kadar sevmemek, tabir-i caizse sevgide O'nu rakipsiz kılmak şarttır.
Hz. Ömer Şam'a gittiğinde bir gece Ebu'd-Derda'nın ziyaretine gitmiş, evinin kapısında kilit olmadığını, üzerinde oturduğu bir keçe parçası ve yastık yerine kullandığı bir semerden başka bir eşyası bulunmadığını görüp sabaha kadar ağlamış, Ebu'd-Derda ise Ömer'e Hz. Peygamber'in şu sözünü hatırlatmıştı: "Dünya yurdunda eşyanız bir yolcunun azığı kadar olsun! " Ah, Ebu'd-Derda, yeni binalar yapanları görmüştü de bir kere bakın nasıl seslenmişti onlara: "Ha bire dünyayı yeniliyorsunuz!" O dünyayı değil, ruhunu yeniledi. Dünyayı değil, dünyayı yaratanı sevdi. Ve Hz. Peygamber'den öğrendiği şu duayı mırıldandı hep: "Allah'ım senin sevgini istiyorum! Seni seveni sevmek istiyorum! "Bu sevgiden ayrılmadı sağlığında ve hastalığında.
Yine Uhud'a çıktığı bir gün sahâbilerden biri Efendimizin yanına gelip, "Ya Reûlullah! Herhâlde sizin en acı gününüz Hz. Hamza'nın şehid olduğu gündür" diyor. Hz. Peygamber başını kaldırıp "Hayır" diyor, "benim için en acı gün Tâif'te yaşadığımdır. Tâif'e gitmiş, onları İslâm'a dâvet etmiştim. Onlar ise dâvetimi kabul etmemiş, beni çocuklara taşlatmışlardı. Onların dâvetimi kabul etmeyip kâfir kalmaları beni çok üzer" Bu nasıl bir şefkat ve merhamettir! Bunu görüyor ve burdan kendimize ders çıkarıyor muyuz? Bizim için acı ve üzücü olan nedir? Kime kızıyor, kime merhamet ediyoruz? Kızma ve merhamet duygularımız nefsimizden mi kaynaklanıyor? Yoksa "hubben lillah, buğzen lillah" (sevmek de Allah için, kızmak da Allah için) kuralına mı uyuyoruz? İnsanlarla münâsebetimiz nasılsır?
Reklam
216 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.