Yine Uhud'a çıktığı bir gün sahâbilerden biri Efendimizin yanına gelip, "Ya Reûlullah! Herhâlde sizin en acı gününüz Hz. Hamza'nın şehid olduğu gündür" diyor. Hz. Peygamber başını kaldırıp "Hayır" diyor, "benim için en acı gün Tâif'te yaşadığımdır. Tâif'e gitmiş, onları İslâm'a dâvet etmiştim. Onlar ise dâvetimi kabul etmemiş, beni çocuklara taşlatmışlardı. Onların dâvetimi kabul etmeyip kâfir kalmaları beni çok üzer" Bu nasıl bir şefkat ve merhamettir! Bunu görüyor ve burdan kendimize ders çıkarıyor muyuz? Bizim için acı ve üzücü olan nedir? Kime kızıyor, kime merhamet ediyoruz? Kızma ve merhamet duygularımız nefsimizden mi kaynaklanıyor? Yoksa "hubben lillah, buğzen lillah" (sevmek de Allah için, kızmak da Allah için) kuralına mı uyuyoruz? İnsanlarla münâsebetimiz nasılsır?
Atsız Tekrar Süleymaniye Kütüphanesinde: Atsız aleyhindeki konuşma ve yayınlar nihayet 1952 Mayıs'ında semeresini (!) verecektir. Olaylar şöyle gelişir: "Türk Milliyetçiler Derneği, 3 Mayıs kutlamalarına katılması ve bir konferans vermesi için Atsız'ı Ankara'ya davet etti. Konferansın konusu 'Devletimizin Kuruluşu'
Hayatımda birçok sevinçli günlerim olmuştur. Fakat hepsinden güzel,hepsinden sevinçli olabileceğini umduğum bir tek gün daha olabilir.O gün seninle ve hiç ayrılmamacasına yaşayacağıma inanacağım gündür.Sen böyle bir günün gelebileceğini pek tahmin etmezsin.
Doğrusu ben de edemiyorum.Ama hayattan da başka hiç bir beklediğim yok.Bugün için sana
deli gibi uykum var Nermin
elimden hiçbir şey gelmiyor inan
ben nasıl uyurum sen uyanmazsan
Allah biliyor hiçbir şeyim yok
sevilecek şeyler ağaçların arasından geçip gidiyor
seni sevmek de öyle orman!
yanınca bitiyor her şey yanınca bitiyor
kalanlarla avunmuyorum Nermin
sen yoksun her nasıl olmayacaksan
bu imtihan bu debi
o terli atın külündense bu kalp
çok sevinirim ya Rabbi
beni her yerimden kapatırsan
Birinci kural yaradana hangi kelimelerle tanımladığımız kendimizi nasıl gördüğümüze aynı tutar şayet tanrı dendi mi öncelikle korkulacak utanılacak utanılacak bir varlık geliyorsa aklına demekki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla yok eğer tanrı dendi mi evvela aşk merhamet ve şevkat anlıyorsan sen de bu vasıflardan bolca mevcut
Orhan Gencebay’ın yerini, yabancı topraklarda kendine güvenmeyi öğrenmiş, o güne kadar “bozuk” olarak hor görülmüş şivesiden olduğu kadar kendi sevme kapasitesinden de büyülenmiş (Allah Allah bu nasıl sevmek), zaman kaybetmeden hedefi ilerleyen (ben sana dolanayım), uzaktaki ulaşılmaz soyut sevgiliye değil de adı sanı belli bir sevgiliye seslenen (oy oy Emine) şarkılarıyla İbrahim Tatlıses aldı. Uzun yıllar ağabeyinin arzusu, Onur’u ağırlığı altında ezilen, onun adaletine sığınmak zorunda kalan, başkasının onuru uğruna dünya nimetlerinden mahrum kalan küçük kardeş sonunda basmıştı çığlığı: “Ben de İsterem”.
Orhan Gencebay’ın yerine, yabancı topraklarda kendine güvenmeyi öğrenmiş, o güne kadar “bozuk” olarak hor görülmüş şivesiden olduğu kadar kendi sevme kapasitesinden de büyülenmiş (Allah Allah bu nasıl sevmek) , zaman kaybetmeden hedefi ilerleyen (ben sana dolanayım), uzaktaki ulaşılmaz soyut sevgiliye değil de adı sanı belli bir sevgiliye seslenen (oy oy Emine) şarkılarıyla İbrahim Tatlıses aldı. Uzun yıllar ağabeyinin arzusu, Onur ‘ u ağırlığı altında ezilen, onun adaletine sığınmak zorunda kalan, başkasının onuru uğruna dünya nimetlerinden mahrum kalan küçük kardeş sonunda basmıştı çığlığı: “Ben de İsterem.”
Raymalı-aga kendi zamanında çok tanınmış bir cırav (yırcı), bir ozan idi. Daha küçük yaşta ün kazanmıştı. Tanrı vergisi bir yetenek ve kişiliğinin üç güzel özelliği sayesinde bozkırın en ünlü yırcısı, âşık ozanı olmuştu: Güftesini kendi yazar, bestesini kendi yapar ve güzel sesiyle bunları hem çalar, hem söylerdi. Dinleyenler ona hayran
Anlatıldığına göre Yüce Allah Hz. Musa (a.s.) ya şöyle vahyeder "Benim için ne tür bir amel işledin?"
Hz. Musa şöyle der:
"İlahi! Ben senin için namaz kıldım, oruç tuttum. sadaka verdim, zekat verdim."
Yüce Allah da şöyle buyurur:
"Namazın senin için bir burhan/kılavuz, orucun bir kalkan, sadakan bir gölge ve zekatın da yolunu aydınlatan bir nur olacaktır. Söyle sen benim için nasıl bir amel/iş yaptın?
Hz. Musa:
"İlahi! Senin için yapabileceğim bir ameli bana göster/öğret!"
Yüce Allah:
"Ey Musa sen hiç benim rızam için bir velimi/dostumu dost edindin mi ve yine sen sırf benim için düşmanı düşman kabul ettin mi?"
İşte Hz. Musa bu ifadelerden, amellerin en değerlisinin Allah için sevmek ve yine Allah için buğzetmek olduğunu öğrenmiş oldu..
Allah, kulunu cezalandırmak için yaratmamıştır. Kulunu sevmek için yaratmıştır. Sevmiş ki kendine muhatap kılmıştır. Kulun başına gelenler kendi elleriyle işledikleri yüzündendir. Çoğunu da affetmiştir. O kuluna sayamayacağı kadar çok nimet vermiştir. Dağlar kalem olsa denizler mürekkep yine de bu nimetleri yazamaz.
Yağmur, çay ve şiir dışında hiçbir şeyle dem tutamıyor yürek,
Nasıl elindeki çay demli ve sıcaksa benim hâlim de öyle sana...
Ötesi yok işte bu yürek bir sana demli.
Seni, Allah biliyor ya, çok seviyorum...
Vuslat yakındır yâr inşaAllah...
Hak olan sevgi; Allah’ı sevmek ve Allah için sevmektir, Allah’ın sev dediğini sevmek, neyi, ne kadar sevmesi gerektiğini bilip bu sevgiye ölçü koymak ve Allah’ın takdir ettiği gibi takdir etmektir; yani Allah neyi ne kadar sev dediyse o kadar sevmek ve nasıl sev dediyse öyle sevmektir.
Bununla beraber dünyayı çok sevmek gerekir; çünkü kulun, dünyadayken Allah’ın rızasını kazanma imkânı vardır. Kişi Allah’ın rızasını ne kadar çok sever, Allah’ın kendisini sevmesini ne kadar çok isterse sarf edeceği çaba, gayret de o kadar olur. Allah bu imkânı kuluna dünyadayken vermiştir, dolayısıyla bu imkândan dolayı dünyayı sevmek gerekir.
Şayet dünya ahiretin tarlası ise kulun dünyada ahireti ekip kazandığı için dünyayı sevmesi gerekir. Dünyayı bu şekilde sevmesi hak sevgi, doğru sevgi olur.
Kulun, dünyayı ahiretin tarlası
olarak değil de Allah’tan ve ahiretten bağımsız bir şekilde zevk için, nefsinin arzuları, istekleri için sevmesi ise zehirli bir sevgi olur.
İnsanları muttaki olarak değil de Allah’tan bağımsız bir menfaat için sevip dostluk kuranlar için Allah ayet-i kerimede
“Kıyamet günü en candan dostlar bile birbirine düşman olur, muttakiler hariç”44 buyurmuştur.
Demek ki bir de gerçek ve hak olan sevgi muttakinin, Allah’ın hesabını yapıp Allah için sevenin sevgisidir. Geriye kalan bütün sevgiler zehirlidir. Kıyamet yerinde ise bu zehirli sevgi düşmanlığa dönüşür.
Sevginin sadece insani boyutunu değil aynı zamanda ilahi boyutunun da, mesela; gerçek manada Allah (cc) nasıl seyilir, bunu bile bize Efendimiz öğretmedi mi? Eğer O, bize gerçek manada Allah'ın nasıl sevilmesi gerektiğini öğretmeseydi, yani Allah-insan arasındaki sevgi ahlakının ilkelerini göstermeseydi bu konuda bizler ne kadar aciz kalırdık değilami? Ama bugün biz, Efendimiz'in (sas) dünyasındaki Allah tasavvurunu ve bu doğru tasavvurun oluşturduğu sevgi ahlakının ilkelerinin sayesinde Rabbimiz ile doğru bir sevgi düzlemi oluşturma imkânı yakalayabiliyoruz.