Emre Kongar'ın babalığı benden geçti. Bu kitap için bu kadar net konuşuyorum. Bence onu okumak için en doğru kitabı seçmişim diyorum. İkiz kızlarına ordan burdan hayattan öğütleri, mektupları. Çok iyiydi.
Sadece doğurmakla anne, sebeb olmakla baba olunmaz. Ben babamdan öyle razıyım ki çoğu zaman ona nazar değdirdiğimi ya da buna sebeb olduğumu
Bu kitap nasıl anlatılır, bilemiyorum, sevgili okurlar! İnanın cümlelerimi toparlamakta zorluk çekiyorum. İlk kez!
Şöyle bir deneyeyim:
Afganistan'da yıllarca süren iğreti, korkunç olayların mükemmel bir delili niteliğinde bir kitap. Bu kitap tabi ki bir kurgu ama Afganistan'daki olaylara ilişkin anlattıklarının büyük oranda doğru olduğunu kabul
Hayır... Hayır... Ölmek istemiyorum!
"Anne ölmek istemiyorum!"
"Şş... Ölmene izin vermeyecek, daha değil, daha sonuna gelmedin. Daha yeni başlıyorsun."
... Ölüm yaşam kadar eski bir kavramken, yaşam kadar doğal ve kaçınılmazken, yaşamı hep kendimize, ölümü başkalarına yakın görürüz. Nedense ölüm hep dışımızda, bizden uzak ve yabancıdır. “Ölen” her zaman başkasıdır, bizzat kendimiz ölmeyiz. Zaten öldüğümüzde de aruk o biz değiliz. O yüzden sanırım ölüme hazırlanma, kendi ölümünü normalleştirme gibi bir şey pek mümkün olmuyor. İstisnaları var elbette, tarihte bile isteye ölüme gidenlerin sayısı az değil, ama dikkat ettiysen onlara da “öldü” denmiyor “ölümsüzleşti” deniyor. Demem o ki ölüm bizim gibi faniler için kaçınılmaz sonken bile asla ona yaklaşmak istemiyoruz. Oysa ölümden uzaklaşmak için harcadığımız her saniye bizi ölüme biraz daha yaklaştırmış oluyor. Velhasıl ölmek garip şey. Bak aklıma Nevzat Çelik'in Şafak Türküsü geldi. Ahmet Kaya söylemişti yıllar önce:
... Toprak olmak ne garip şey anne
Ölmek ne garip şey anne
Uçurumlar ki sende büyür
Dağdır ki sende göçer
Ben yaprak derim çiçek derim
Çam diplerine açmış kanatlarını kozalak derim Gül yanaklı çocuğa benzer
Yine de
Oğlunu yitirmek kim bilir
Ne garip şey anne