"Yurdumuz bir bütündür" diyorum. "Neresi olursa olsun gidip çalışacağız. Gurbet filan diye kaytarmak olmaz. İnsanın kendi yurdu kendine gurbet mi olurmuş?"
Don Kişot gibi, dünya edebiyatının soluk alıp veren bir tipi. Soluk alıp veren bir tip ama, uyuşuk mu uyusuk, mıymıntı mı mıymıntı! Varlığı yokluğu bir. Olsa da olur, olmasa da... En sevdiği şey uyumak. Ne kadar uyursa uyusun, dokunmaz ona. Sabah olur, uyanamaz. Uyanır, kalkamaz. Yatakta gerneşir durur. Esner. "Yapacağım işleri düşüneyim..." der, bir parça düşünür bırakır. Tavandaki lekelere dalar. En sevdiği kahvaltısını getirirler, yatakta yapar. Başucunda bir masası vardır. Üstünde lambası. Lambasını akşamdan söndürmeden uyumuştur. "Birazdan söndüreyim" demiştir de unutuvermiştir.
Taştan Usta cemreleri sayıyor: "İlkin havaya düşer ol mübarek! Yeddi gün havada kalır, yeddi gün sonra buza düşer! Yeddi gün buz da kalır, sonra toprağa..."
Bir Kavuk Devrildi adlı oyununu on dört yaşında, öğrenciyken görmüştüm enstitüde. Çok zaman geçti aradan, ama bir yeri var, hiç aklımdan çıkmaz: Sahnede bir kavuklu adam, ellerini önünde kovuşturmuş, baş parmaklarını birbiri etrafında durmadan döndürür. Bıkmadan usanmadan aynı hareketi yapar. Akıllı bir adam da kızar buna: "Yahu sen başka bir şey bilmez misin?" Kavuklu, gayet ciddi: "Biliriiim..." cevabını verir. "Yapsana!" der öteki. Parmaklarını tersine tersine döndürmeye başlar bu sefer bizimki.
İlkyazın en deli günleriydi. Bahar patlıyordu. Çiçeklenmiş dağlar, tepeler, birbirine eklenerek, uzayıp gidiyordu. Türkiye toprağı, ılık bir bahar içindeydi. Toprak yavaş yavaş uyanıyordu. Elbet bir gün insanlarımız da uyanacaktı. Uyanıp akla karayı ayırt edecekti.
İçimden, "Yazıklar olsun seni sevmesini bilmeyenlere, ey gamlı ülke!" diye, koca Yakup Kadri gibi bağırmalar, haykırmaklar geliyordu.
"Dağlar çiçek açar, Veysel dert açar" demiş Veysel. Çiçek açmış dağlara baktıkça, derdimin biri kapanıp biri açılıyordu.