Sadece
bu, Alenka Zupancic’in kitabının yalnızca özgün felsefî bir olay değil, aynı zamanda
günümüzün etik-politik tartışmalarına hayatî bir müdahale olduğunu
göstermeye yeterlidir. O zaman buradan çıkacak sonuç,
Alenka’nın kitabına büyük saygı duyduğum ve takdir ettiğim mi
olmalıdır? Hiç de değil: Böyle bir takdir davranışı daima yazara
ilişkin içe sinmiş bir üstünlük konumunu varsayar: Şahsen yazara
tepeden bakabileceğimi ve çalışmasının niteliği hakkında yüce
gönüllükle olumlu bir yargıya varabileceğimi düşünüyorum. Dost
bir felsefeci için tek gerçek saygı işareti kıskançlık dolu
bir öjkedır nasıl oldu da yazarın söylediğini ben düşünmedim? Yazar
bunu yazmadan önce geberseydi de vardığı sonuçlar kendi
hâlinden memnun huzurumu bozmasaydı daha iyi olmaz mıydı?
Alenka’nın kitabı hakkında yapabileceğim en büyük itiraf, el
yazmalarını okurken kendimi ne kadar sık kıskançlık ve öfkeden
ağzı açık, felsefeci varlığımın tam da çekirdeğinde tehdit altında
hissederken, henüz okuduklarımın halis güzelliği ve coşkusuyla
çarpılmış, böylesi özgün düşüncenin bugün hâlâ nasıl mümkün
olabileceğini merak ederken yakaladığımdır. O hâlde bırakın
kendime Alenka için bir tür “akıl
hocası” rolü biçmekten çok öte bir dizi ortak projede kendisiyle işbirliği yapabilmekten
naçizane bir ayrıcalık hissettiğimi söyleyeyim. Eğer Alenka’nın kitabı
klasik bir referans kitabı olmazsa, bundan çıkarılabilecek tek
sonuç, akademik çevremizin anlaşılması güç bir kendini yok etme
iradesinin ağına düştüğüdür.
Lacan “intihar tek başarılı eylemdir” derken söylenmek istenen
kesinlikle şudur: Böyle bir eylemden sonra özne artık asla önceki
gibi olmayacaktır; “yeniden
doğabilir” ama sadece yeni bir özne olarak.
"Ya Tanrıya' inanır, gerçeğin ışıklarında dirilir yada inanmadıklarına hizmet etiği için kalbi tiksinti dolu, kendisinden ve çevresinden öcünü alarak mahvolur...'xfd
_Medeniyet, insanların ne kadar para kazandığıyla ya da kaç tane lüks arabaları olduğuyla ölçülmez. Medeniyetin para birimi Sanat’tır. Sanat aristokrattır ve sanatla uğraşan kimseler de yükselerek seçkinleşirler. Müzelerimizde ve kütüphanelerimizde korunan da sanatın ta kendisidir. Sanat Müzesi'ni ziyaret ettiğinizde göreceğiniz, insanların
İnsanlık, çağlar öncesine dayanan alışkanlığıyla hâlâ gerçeğin basit görüntüleriyle oyalanarak, akıl almaz bir şekilde Platon'un mağarasında oturmaya devam ediyor. Oysa fotoğraflarla eğitilmiş olmak, daha eski, daha el emeği değmiş görüntülerle eğitilmiş olmaya benzemez. Bir kere, etrafımızda bizi kendilerine dikkat etmeye zorlayan çok daha fazla miktarda görüntü var artık. (...) Fotoğraflayan gözün bu doymak bilmezliği, mağaraya -dünyamıza- hapsolmuşluğumuzun koşullarını değiştirmekte. Fotoğraflar, bize yeni bir görsel şifre öğretmek suretiyle, bakılmaya değer olan şeyler ile kendimizde onları gözlemleme hakkını bulduğumuz şeylere ilişkin görüşlerimizi değiştirip genişletiyorlar. Fotoğraflar bir dilbilgisi ve -daha da önemlisi- bir görme etiği oluşturuyorlar.