Kanunlar yaptırım gücü olan kurallardır. Yerine getirmediğin takdirde cezalandırılırsın ve ne, ne zaman, nerede yerine getirilmiyorsa, ona göre bir ceza veriliyor sana, her yapılanın mükafat ve ceza olarak karşılığı vardır. Bunun en güzel ifadesi edebiyatta büyük dev romancı Fyodor Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanıdır. Müthiş bir hukuk felsefesi işlenir o romanda. Bulabilirseniz eski tercümeleri, Türkçenin henüz yaşadığı dönemin tercümelerini bulun, bugün yapılıyorsa felakettir, faciadır. Ama Yirmili, Otuzlu yıllarda yapılmış tercümeyi bulabilirseniz hararetle tavsiye ediyorum.
Anadilimizin en önemli özelliklerinden biri, sözdiziminde görülen
olağanüstü esnekliktir. Geçişli eylemle kurulmuş "Kadın elmayı çocuğa yedirdi" gibi, dört öğeli bir tümceyi ele alırsak, bunun Kadın elmayı yedirdi çocuğa, Yedirdi kadın
çocuğa elmayı 35 biçiminde 12 değişik biçiminin kurulabileceği, bu farklı kuruluşlar ve değişik vurgularla başka başka anlamların yansıtılabilece-ği görülür. Bu esnekliğe bir başka dilde rastlayamıyoruz.
Bir okul arkadaşım vardı. Çin’de doğmuş, anası da Çinliydi. O küçükken Türkiye’ye göçmüşler. Anası bir tek Türkçe sözcük bilmiyordu ama o Türkçe’nin içine doğmuştu. Anası bir ara Çince göstermeye başlamıştı ona. Bir gün, hiç unutmam, yukarıdan aşağı sıra sıra çizgiciklerle bezenmiş bir kitabı attı elinden: “Ne aykırı dil şu Çince, zor geliyor bana, saçma yanları var; yabancı dile yeteneğim yok herhalde benim; bırakacağım şu Çinceyi” diye dert yandıydı bana. Bütün Türkler gibi Türkçeyle yoğruluyordu çünkü. Türkçeyle yöneliyordu yeryüzünde. Yaşama dili Türkçeydi. Kendi adı hangi ölçüde doğuştansa insan için, anadil de o denli doğal: Hem sonradan hem de her şeyin öncesi, başı, başlangıcı. Rastgele olmasına rastgele, ama ondan zorunlu neyimiz var? Alınyazısıdır bir insanın dili.
Türk'ün şiirine, manisine, türküsüne giderseniz duygunun en incesini, söyleyişin en
yücesini, en içten anlatımla size tattırdığını görürsünüz. Hem de yavaştan, belli
etmeden, kolayca...