Nereden başlasam, nasıl başlasam aklım bu olanları hazmedemiyor. Öncelikle kurgudan bahsedeyim. Kitabımız cinayete kurban giden Santiago Nasar'ın öldürüleceği "Kırmızı Pazartesi" gününü anlatıyor. Benim için Türk dizisi formatından başka bir şey değildi açıkçası. İlk başlarda odaklanmakta zorlandım çünkü bu kitap alışık olduğumuzun aksine size kendi elleriyle daha ilk cümlesinden çok büyük bir spoi veriyor. "Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, piskoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah saat 05.30'da kalkmıştı." Kitap sadece bu cümle için yazılmış diyebilirim. Bütün kasabanın adamı öldürmeleri için alkış tuttuğunu hissettim. Herkes biliyorken sebepsiz yere ölüme giden Nasar'a üzülsem bir dert üzülmesem başka bir dert çünkü adam bahsi geçen kıza dokunmamış olsa da birçok kızın günahına girmiş. Olmasa da olurdu diyebileceğim en önemli, kitabımızın kaderini belirleyen şey ise gelinliğiyle annesinin evine bırakılan esas kızımız, seni asla affetmeyeceğim! Hem yalan söyleyip adamı canından et, sonra git sevmiyorum diyip ama nerden aldığını bilmediğim o cesaretle aslında seviyor olduğun adama yıllarca mektup yaz. Anlayacağınız olan Nasar'a oldu arkadaşlar. Peki ya o son neydi öyle? :X Böyle bir şey mümkün olabilir mi diye dakikalarca düşündüm. Türkler dahi bu kadar abartmamıştı. Yazarımızın hayal gücü çok genişmiş gerçekten. Bu tarz kurguları sadece biz yazmıyormuşuz. Tedirginlikle ve her cümlede daha da kaşlarımı çatarak soluksuz okuduğum bir roman oldu. Sadece konusunu beğenecek olanlara tavsiye ederim onun dışında okumasanız da olur gibi son karar tabii ki sizin :)