Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Soluk Soluğa
Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı Ama atıldı yine de serüvenlere Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı. Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı - ki onlar daima birer yalnızdılar Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup Gitmişti o kentten anımsamıyor artık Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala Sürüp gider mi
Kurt Dişleri
Çingene hemen cebinden ipe bağlanmış iki kurt dişi çıkarıp atların boynuna astı. Çingene'yle atlara atlayıp yola düzüldük. Atlar kurt dişlerini boyunlarında duyumsayınca hızlarını öyle bir arttırdılar ki anlatamam.
Reklam
“İkisinin de göğsünde yularsız atlar koşuyordu.”
Sayfa 21 - Can YayınlarıKitabı okudu
Dünyada ilerledikçe metin içinde de ilerleriz, manzara gözümüzün önüne serilirken birinci sayfadan sonuncuya atlar, bazen ortadan başlar, bazen de sonuna varamayız. Okudukça sayfaları geçmenin bu entelektüel deneyimi, bütün bedeni harekete geçmeye çağırarak fiziksel bir deneyime dönüşür: eller sayfaları çevirir veya parmaklar tomarları döndürür, bacaklar algıya açık gövdeye destek verir, gözler anlamları tarar, kulaklar sözcüklerin kafamızda yankılanan seslerini duymak üzere dikilir.
yaşanmaz onların ölgün gölgesinde Durgun bir su gibi aktı mı yaşamak ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi anısız kalınmıyor artık ne yapılsa kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü bekleyişleri kemiren çakal sesleri Oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılıklar vakti ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın yollara düşmeli habersiz ve sessiz Çürük bir
Ayraç Yayınevi
"Herkes göç etmişti, kaçabilen tüm canlılar kaçmış. Geriye alıştırılmış hayvanlar ve kuşlar kalmıştı kanatları yapışık. Sahipli atlar, inekler, koyunlar, kapatıldıkları bahçelerde yutuluyorlardı. Sayılmış, aşılanmışlardı, can havli kalplerinden çekilmişti. Katran zehir kanlarını uyutarak her birini yularsızca yere bağlamıştı, hiç kıpırdamıyorlardı. Ne sabahı ne geceyi göreceklerinden gözleri de yumuluydu. Korkudan kalpleri çarpacağına, çekilen dürtüleriyle korkuları sönmüştü. Sanki karıştıkları pus, isten çok güz sabahlarının kendiliğindendi. Nasıl kaçılır bilmiyorlardı, hiç kaçmadıklarından değil kendilerini hep bağlı sandıklarından."
Sayfa 37 - SelKitabı okudu
Reklam
"Bozkırlarda şaşırtılarak öfkeli, yabani canavar tarafından esir alınan bir gezginin hikâyesini anlatan eski doğu masalı vardır. Canavardan kurtulmak için kurumuş bir kuyuya atlar, fakat kuyunun dibinde onu yalayıp yutmak için ağzını açmış bekleyen bir ejderha görür. Mutsuz adam canavardan kaçmak için kuyuyu tırmanmaya cesaret edemez ama ejderha tarafından yenilmekten korktuğu için kuyunun dibine de atlayamaz. O yüzden duvarın çatlaklarında büyüyen yabani otlara tutunur ve öylece bekler. Kolları yorulur, eninde sonunda iki ölümden birinin tutsağı olacağını hisseder. Yine de tutunmaya devam eder, bu esnada kafasını kaldırır. Tutunmakta olduğu yabani otları iki ucundan kemiren biri siyah diğeri beyaz iki fare görür. Sonunda otlar gevşeyecek, kopacak ve gezgin, ejderhanın ağzına düşecektir. Gezgin bunu görür. Artık öleceğinden emindir. Etrafına bakınırken hâlâ tutunduğu yabani otların yapraklarının üzerinde bal izleri görür, dilini uzatır ve yalar."
1492'de Kristof Kolomb Hispanyola Adası'nda (bugünkü Haiti ve Dominik Cumhuriyeti) bir hisar inşa etti ve orada yaşayan halkı köle olarak Ferdinand ve Isabel'e getirdi. Başka bir Italyan gezgin olan Amerigo Vespucci buranın Doğu Hint Adaları değil, keşfedilmemiş yeni yerler olduğunu fark etti. Hernán Cortés 1520'de beraberinde atlarla Meksika'ya geldi. Bu atlar, Azteklerin soluk benizli İspanyollan kendi tanrılarına benzetmelerine yol açtı. Gerçekler ortaya çıktığında İspanyol sömürgeciliği çoktan başlamış, birçok kişi hastalıktan ve kötü muameleden ölmüştü.
57 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.