Tanrı'nın evi, insanların yüreğidir. Siz bütün kötülükleri yüreğinize dolduruyorsunuz, sonra da Tanrı için koca koca evler yapıyorsunuz. Sizi atımın nalları altında ezmek isterim, ama siz buna bile değmezsiniz!
- Mümtaz sana bir hikaye mevzuu vereyim mi? Düşün bir kere, ben anlatayım da... Bir insan, faziletli bir insan, bir memur, bir hoca, istersen bir evliya tasavvur et!.. Öyle hazırla ki bütün değerler kendisinde mevcut bulunsun. Onlarla doğmuş olsun. Bir kere bile kendi içinde aksamamış bir adam hülasa... fakat mecburiyeti sevmiyor. Garip değil mi?
1936 senesi bir kasım ayı akşamı misafirlerinden ayrıldıktan sonra köşkün açık olan avlusunda ve havuz başında hafif bir kıyafetle soğuk bir havada uyuya kalmış sıcak salondan çıkmış ve içki de almış olan Atatürk'ün soğukta daha fazla kalmasını doğru bulmayan çevresi kendisini yatağına nakletmişlerdi. Ertesi sabahı şiddetli bir titreme ve
— Mektepte erkek çocuk da var mı?
— E, var, iki, üç tane. Büyücekleri Garipler köyündeki erkek mektebine gönderiyoruz.
— Garipler köyü nerede?
— Şu karşıki ağaran kayaların ardında.
— Yazık değil mi çocuklara, karda, kışta oraya kadar nasıl gidip geliyorlar?
— Onlar yola alışıktır, çamursuz havalarda bir saate bile kalmadan giderler. Sadece yağmurlu, çamurlu, karlı havalarda biraz zorluk çekiyorlar.
— Peki, niçin onları da burada okutmuyoruz?
— Kadın erkek bir arada okur mu?
— Onları erkekten mi sayacağız?
— Elbette kızım, on ikişer, on üçer yaşında koca delikanlılar.
Hatice Hanım, biraz durdu, dilinin altında bir şey vardı ki, söylemeye çekiniyordu. Nihayet cesaret etti:
— Hele şimdi hiç caiz olmaz!
— Neden?
— Sen pek gencecik bir hocanımsın da ondan, kızım.
İstanbul’da, bir “horozdan kaçan namuslu kadın” tabiri vardır. Bizim Hatice Hanım, tam o cinsten bir insan olacaktı. Cevap vermeye lüzum görmeyerek başka şeylerle meşgul oldum.