Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı, Bir dakika araba yerinde durakladı. Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar, Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar... Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya, Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya. İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık! Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık, Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı... Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları, Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler, Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Bu Taşbaşoğlu'nun dedesi,o Taşbaş Lokmanın başka bir işi daha var.Bütün dünyayı gezmiş.Gezerken her çiçek ona kendini söylemiş.Ama o bir çiçek aramış ki,kimseye söylemez.Yıllar yılı,kulağı kirişte aramış,aramış...Öyle bir şey söyleyen bir çiçek çıkmamış.Sonra Çukurova'ya gelmiş, yıllarca orada da aramış. Sonra Toros'a çıkmış. Toros'a çıkmış ki,ne görsün,bir dünya kadar çeşitli ot,bitki,çiçek. Toros'u da taş taş, ot ot,ağaç ağaç aramağa başlamış.Bir gün Tarsus'un üst başlarındaki yaylaya gelmiş. Artık da yaşlanmış,yorulmuş.Bir çınar varmış.Ulu bir çınarmış.Altından bir göz kaynarmış.O sudan içmiş Taşbaş Lokman,çınarın altında,bir taşı yastık yapıp uyumuş.Tan yeri ışıdı ışıyacak. Taşbaş Lokman erken uyanmış.Ortalık koyu karanlık. Birden çınarın dibinden çat diye bir ses kopmuş. Oradan bir ışık patlamış. Bir an dört yan öyle aydınlanmış ki,karıncanın ayağını görürsün.O aydınlıktan bir ses: "Ben ölümün ilacıyım." Lokman: "Çok şükür," demiş, "bunun da çaresini bulduk." Ve defterine yazmış. Koşa koşa dağdan inmiş,gelmiş Misis köprüsüne,bütün insanlara ilanat vermiş. "Ölümün çaresini buldum," demiş,insanlar birikmişler,birikmişler, yer gök insan olmuş. Taşbaş Lokmanın ağzından çıkacak sözü beklerlermiş.Elindeki defterde yazılıymış,okuyayım derken,ak bir kanat gelip deftere vurmuş,defter Ceyhan ırmağına düşmüş.
Reklam
HAN DUVARLARI Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı, Bir dakika araba yerinde durakladı. Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar, Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar... Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya, Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya. İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
✅KENDI KALEMİMDEN BİR ÖYKÜ✅
Gözümü açtığım zaman duyduğum iki ses vardı ; birincisi cezaevinin dışındaki köyden gelen ezan sesi , ikincisi ise yaklaşık 1 aydır sessiz sedasız yaşayan idamlığın, hücresinin kapısına vurararak çıkardığı sesti. Acaba kaç saat olmuştu uykuya daldığımdan bu yana? Baş gardiyan bu saatlerde pek kontrole çıkmazdı. Buda öyle bir saate denk gelmişti
.....Sarı Kız Kazdağından bir avuç toprak alıp Toros eteklerine serpiyor: " Bu toprağa taş ekseler, taş yeşersin, meyvesini versin," diyor." Öylesine bereketli olsun ki, yıl on iki ay bu topraklar üstünden ürün eksilmesin." Ve Çukurova toprağı böyle oluyor.....
Bu Toros etekleri köyleri yine iyiydi. Hiç olmazsa ocaklarında ışık yapacak odunları vardı. Bir de ipiltileri vardı çam çırasından. Şu bozkır köyleri odun bilmezdi. Odun yerine tezek yakarlardı. Tezeğin de Yalım’ı olmaz. Bozkır köylüklerinde gün kavuşur kavuşmaz, silme bir karanlık çökerdi dünyaya. Evlerin içi dışı aynı karanlıkta... Hiç bir ışık karanlığı delmezdi. Bir Kürt şairin dediği gibi, bin yıllık mayalanmış bir karanlık çökerdi gecelerine.
Sayfa 356
Reklam
59 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.