Olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu. Katlanmak mı iyi zalim kaderin oklarına, yumruklarına yoksa hırçın denizlere karşı koyup bir son vermek mi ? Ölmek, uyumak hepsi bu kadar . Yalnız uyumakla bitebilir bütün acıları yüreğin ve çektiği bütün kahırları bedenin . İçtenlikle arzu edilen bir yıkımdır bu . Ölmek , uyumak . Uyumak , belki de düş görmek. İşte engel burada. Çünkü yaşam telaşından sıyrılınca , ölüm uykusunda öyle düşler görebiliriz ki bizi durduran da budur. Bu düşüncedir uzun yaşamı cehenneme çeviren. Kim dayanabilir zamanın kırbacına ve aşağılamalarına , zorbanın kahrına , kibirli adamın alçaltışına hor görülmüş sevginin acılarına, adaletin bu kadar geciktirilmesine , yargıçların zulmüne, kötülerin kulu olmasına iyi insanın , yalnızca bir bıçak saplayıp göğsüne bunlardan kurtulmak varken ? Kim ister bütün bu zorluklara katlanmak , bezdirici bir yaşamın ağırlığı altında ter döküp acı çekerken ölümden sonraki şeyden korkmasa , o kimsenin gidip de dönemediği , bilinmez dünya korkutmasa yüreğini, sarsmasa iradesini ve bilmediği belaları yaşamaktansa razı etmese insanı çektiklerine ? Bilinç korkak ediyor böyle hepimizi . Düşüncemizin soluk ışığı bulandırıyor yürekten gelenin doğal rengini; yüksek temenni ve kararlılıkla atılan adımlar yönünü değiştirip bir iş , bir eylem olma gücünü yitiriyor . Ama dur bir dakika , güzel Ophelia ! Peri kızı, dualarında benim günahlarımı da anımsa .
Çekip çıkardım seni sudan
Ve sakladım yatağımda.
Unutulmamış bir geçmişin
Kayıp, terk edilmiş kızı
Aşk, bir yolunu bulup filizlendi o tatlı saplantıdan
Ve kırdı bir taşın kalbini.
Dönüştü güvensizlik teslimiyete,
Kanın ve kemiğin vakur yeminine.
Ama rüzgârda duyuyorum melodiyi,
Zamanın keşfettiği gezgin ruh,
Feryat ediyor seni geri çekmek için.
Peşinden git diyor bana, boğul yavaş yavaş.
Suya yaklaşma, sevgilim,
Uzar dur kıyıdan ve denizden.
Suyun üzerinde yürüyemezsin, sevgilim;
Göl alır seni benden.
Ey Zamanın Kızı, etrafım kızlarla çevriliyken
Nasıl yarıp geçebildin o kalabalıkları
Öyle delik deşik ettin ki bedenimi
Kılıçlarla oklara saplanacak yer kalmadı
Zamanın birinde Şah Şüncâ-ı Kirmâni adında büyük bir evliya vardı. Bu büyük Allah dostunun bir kızı vardı. Kirman şehrinin ileri gelenleri bu kıza talip oldu, ama Şah Şüncâ-ı Kirmâni kızını hiçbirine vermedi. Üç gün mühlet istedi. Üç gün içinde mescidleri dolaştı. Nerede abidler, camide tâdil-i erkânla namaz kılanlar, Hak'tan korkanlar,
Çekip çıkardım seni sudan
Ve sakladım yatağımda.
Unutulmamış bir geçmişin
Kayıp, terk edilmiş kızı
Aşk, bir yolunu bulup filizlendi o tatlı saplantı
Ve kırdı bir taşın kalbini.
Dönüştü güvensizlik teslimiyete,
Kanın ve kemiğin vakur yeminine.
Ama rüzgârda duyuyorum melodiyi,
Zamanın keşfettiği gezgin ruh,
Feryat ediyor seni geri çekmek için.
Peşinden git diyor bana, boğul yavaş yavaş.
Suya yaklaşma, sevgilim,
Uzak dur kıyıdan ve denizden.
Suyun üzerinde yürüyemezsin, sevgilim;
Göl alır seni benden.
ALBERTINE
Kayıp Zamanın İzinde'nin Anlatıcı' dan sonraki en önemli kişisi. Romanda adından en çok söz edilen (2360 kez) kişidir. Esmer tenli bir genç kız olarak betimlenen Albertine aynı zamanda yeşil, mavi ya da menekşe gözlü , geniş yanaklı, küçük pembe burunlu olarak da gösterilir. Oluşsal eleştiri (genetik eleştiri)
Çekip çıkardım seni sudan
Ve sakladım yatağımda.
Unutulmamış bir geçmişin
Kayıp, terk edilmiş kızı
Aşk, bir yolunu bulup filizlendi o tatlı saplantıdan
Ve kırdı bir taşın kalbını.
Dönüştü güvensizlik teslimiyete,
Kanın ve kemiğin vakur yeminine.
Ama rüzgârda duyuyorum melodiyi,
Zamanın keşfettiği gezgin ruh,
Feryat ediyor seni geri çekmek için.
Peşinden git diyor bana, boğul yavaş yavaş.
Suya yaklaşma, sevgilim,
Uzar dur kıyıdan ve denizden.
Suyun üzerinde yürüyemezsin, sevgilim;
Göl alır seni benden.
Bu zamanın gençlerine, tazelerine, ne oldu bilmem ki? Bir delilik, bir çılgınlık, bir hoppalıktır gidiyor... Şaşıp kalıyorum... Mahallelerini, evlerini beğenmiyorlar... Hayatlarını değiştirmek istiyorlar... Baksana, Hatice bile, Hoca Mustafa Efendi’nin kızı, ille aktrist olacağım diye tutturuyordu. Ben mutaassıp bir kadın değilim. Genç kızların, memur, muallime, mağazalarda tezgâhtar olmalarına itiraz etmem. Tiyatroya gitsinler, çalgılı kahveye de gitsinler, kızmam. Amma, aktrisliği zihnim almıyor, bir Müslüman kızına yakıştıramıyorum, ayıp değil a...
Zaten oyuncular, bizde, kim ne derse desin, âdi insanlar... Hiç kibar sınıfından, asilzade bir gencin oyuncu olduğunu gördünüz mü?.. Olmaz... Misal yok... Hatice’ye ben bunları söyledim de...
Amma.. kabil mi anlatmak?
Çekip çıkardım seni sudan
Ve sakladım yatağımda.
Unutulmamış bir geçmişin
Kayıp, terk edilmiş kızı
Aşk, bir yolunu bulup filizlendi o tatlı saplantıdan
Ve kırdı bir taşın kalbini.
Dönüştü güvensizlik teslimiyete,
Kanın ve kemiğin vakur yeminine.
Ama rüzgârda duyuyorum melodiyi,
Zamanın keşfettiği gezgin ruh,
Feryat ediyor seni geri çekmek için.
Peşinden git diyor bana, boğul yavaş yavaş.
Suya yaklaşma, sevgilim,
Uzak dur kıyıdan ve denizden.
Suyun üzerinde yürüyemezsin, sevgilim;
Göl alır seni benden.
Hiç kimse bir adamın cinayet işleyemeyeceğini söyleyemezdi -Embankment'ta geçen uzun yıllardan sonra Grant, bunu çok iyi biliyordu- ama insan, bir adamın aptallık yapamayacağından bir dereceye kadar kesinlikle emin olabilirdi.
Not: Gariptir, ne zaman birilerine efsanevi bir masalın gerçeklerini söylesen, masalı anlatana değil de sana darılırlar. Kendi fikirlerinin altüst edilmesini istemezler. İçlerinde, galiba anlaşılması güç bir kaygı uyanır ve buna içerlerler. Bu yüzden reddederler ve üzerinde düşünmekten kaçınırlar. Yalnızca kayıtsız kalsalar doğal ve anlaşılır olacak. Ama bundan çok daha güçlü, çok daha belirgin bir duyguya kapılırlar. Rahatsız olurlar, kızarlar.
Ne acayip, değil mi?