İlim ve edebiyat meclislerinde söz söylemek hakkı, hiç şüphesiz erbâb-ı kemâle aittir. Her devirde söz; âlim, vaiz, şair, âşık gibi hüner erbâbı tarafından irad edilmiştir. Kutadgu Bilig, Divân-ı Lügati't-Türk, Atabetü'l-Hakâyık, Divân-ı Hikmet gibi İslâmiyet sonrasından günümüze ulaşan ilk eserlerimizde de sözün nerede kimler tarafından söylenip söylenmeyeceği hususu üzerinde özellikle durulduğu görülür." Hatta nasihatnâme, siyasetnâme, seyahatnâme, tarih, şiir türündeki eserlerde bu bahse ayrı bir ehemmiyet verilerek kısımlar açılmış ve sözün tesiri, işlevi hakkında fikirler ifade edilmiştir. Söz, ehline intikal edince dinleyenlere düşen süküttur. Yani “Bişnev”, yani sus, yani dinle. Süleyman Nahifi de Mesnevi'nin üçüncü beytini lisanımıza aktarırken “İhtisâr üzre gerek söz vesselâm” buyurur. Bu tercih, aslında bütün bir söz ve meclis adabını içinde barındırdığı gibi cüz'ü olduğu medeniyetin hayat tarzını da verir. On dokuzuncu asra kadar bu kaideye riayet edilmiş, fakat matbuatın yaygınlaşmasıyla birlikte bir yerde söz gazeteye, mecmuaya, en nihâye de sokağa düşmüştür.