“ ... Değil mi ki Türkiye’nin kuruluş felsefesi, böyle antiemperyalist bir felsefedir; emperyalizm, elbette zamanla bu felsefenin yaratıcısı ve eyleme çeviricisi olan Mustafa Kemal Paşa’yı aşındırmak, kendi ulusunun gözünde küçük düşürmek isteyecektir. İstemiştir de. Daha Kurtuluş Savaşı sırasında başlayan, uzun süre yakamızı bırakmayan şeriat isyanları, dinselliğe ve bölücülüğe dayanılarak antiemperyalist ve demokratik yeni iktidarın yıpratılması için kullanılmamış mıdır? Dün olduğu gibi bugün de kullanılmamakta mıdır?
Kemal Paşa’nın antiemperyalist düşünce platformuna ve eylemine sahip çıkmalıyız.”
Sayfa 38 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor
Mustafa Kemal'in kafasında yalnız askerlik bilimi değil, tüm yaşam problem teşhisi ve problem çözümü halkalarından oluşan sürekli bir zincirdi. Bu zinciri herhangi bir yerde kesmeyi öngören her türlü doktrin O'nun düşüncesine tamamen yabancıydı. Cumhuriyet Halk Partisini kastederek: "Paşam, bu partinin doktrini yok" diyen Yakup Kadri Karaosmanoğlu'na "Elbette yok çocuğum, eğer doktrine gidersek hareketi dondururuz" diye karşılık vermemiş miydi. Mustafa Kemal, modern fen bilimlerinin genel bilim anlayışına ve felsefesine büyük ölçüde yirminci yüzyılda açık olarak soktuğu varsayım üretme—varsayımı gözlemle sınama—sınav ışığında eski varsayımı yanlışlayarak terketme ve yeni varsayım üretme—yeni varsayımı gözlemle sınama yöntemini hem kuramsal düşünceleriyle, hem de bizzat icraatıyla sosyal bilimlere taşımıştı. Bu yüzden, modern fen bilimi öncesi "son gerçeğin" bulunabileceğini ve bulunduğunun farkına varılabileceğini zanneden tüm dogmatik görüşlere -ki bunlara her türlü dinsel inançla beraber marksizm ve nasyonal sosyalizm gibi yirminci yüzyılda çok etkili olmuş, hatta denebilir ki bu yüzyıla damgasını vurmuş, doktrinler de dahildir- sırtını çevirmişti. O'nun görüşünün adını burada artık koymak istiyorum. Atatürk'ün bilim —hattâ yaşam— felsefesi, Albert Einstein'den (1879-1955) Jacques Monod'ya (1910- 1976) kadar uzanan yüzyılımızın bir sıra büyük fen bilimcisinin kendilerine yakıştırdıkları ve bütün zamanların en büyük bilim felsefecisi diye bilinen Sir Karl R. Popper'in (1902-1994) tanımladığı şekliyle eleştirel akılcılıktı.
Arkada kalan yalnız bağnaz, kapalı, skolastik ve Aristokrat mantıktır. Önde giden Atatürk Milliyetçiliği, onun devrimlere ruh veren pozitif felsefesi ve durmayan, durmayacak olan çoğalma, aşama ve büyüme gücüdür…
Din-gelenek baskısının ve siyasal düzen yasaklarının ağır bastığı yerlerde ve dönemlerde, düzen karşısında eleştiren bir duruş alacak özbilincine varmış, özgür birey yetişemez. MÖ beşinci yüzyıldaki Antik Aydınlanma da, Rönesans'taki Aydınlanma da özgürlüğe elverişli ortamları bulunan eski Yunan ve İtalyan kent devletlerinde başlamış; bunların, geleneklerin sarsılmış olduğu demokratik havası içinde gelişebilmiştir.
Sayfa 38 - Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.Kitabı okudu
Hem Aydınlanma içinde olan hem de onu aşan Jean Jacques Rousseau, insanlığın zamanın akışı içinde düşünmede artan bir aydınlanmaya, yaşamada gittikçe derinleşen bir mutluluğa doğru durmadan ilerlediğine inanan tipik Aydınlanma görüşüne karşı çıkar. Ona göre, insan doğanın elinden iyi ve temiz çıkmıştır; ama tarih içinde kültürün gelişmesi onu her adımda doğaya biraz daha yabancılaştırarak bozmuştur.
Sayfa 34 - Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.Kitabı okudu