Amerikalı General Mc. Arthur, büyük devlet adamlarından biri olarak ifade ettiği Atatürk'ün her şeye rağmen Lozan'ın sonuçlarından burukluk ve vicdan azabı duyduğunu söylemekte ve şöyle bir anektodu hatıralarında bizimle paylaşmaktadır; "... Atatürk. Ankara'daki karşılaşmamızda konusu açıldığında bana; ömrüm vefâ ederse Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım, Selanik de dahil Batı Trakya'yı Türkiye hudutları içine katacağım dedi...
Sayfa 137
Atatürk'ün felsefi anlamıyla “inanç” ve bir kurum olarak “örgürlenmiş din”in evrimi hakkındaki kanaat ve öngörüleri gelişmeler tarafından doğrulanmamıştır. Bunun yanı sıra toplumunun geleceği hakkındaki tahayyülleri de iki temel sorun içermiştir. Bunlardan birincisi, seçkinlerin dini olan bilimin, eğitim ve diğer toplumsallaştırma araçları kullanılarak, kısa sürede toplumun geneline “en hakiki mürşid” olarak benimsettirilebileceğidir. Erken Cumhuriyet döneminde bu alanda önemli başarı kazanılmış, Mustafa Kemal'in bilimciliği ile İslâmiyetin, doğduğu coğrafya ve kavmin ihtiyaçlarına cevap veren, buna karşılık, Türklere uygun olmayan bir inanç sistemi olduğu ve Araplar tarafından araçsallaştırıldığı tezi toplumun bir bölümüne nüfüz etmiştir. Ellison'ın, genç bir maarif müfettişi ile Konya'dan Adana'ya giderken yaptığı sohbette söylenenler, bu konuda ilginç ipuçları sunmaktadır. Söz konusu bürokratın İskoç gazeteciye, “Bizim peygamberimiz Gazimizdir. Biz, o Arabistanlı şahıs ile ilişkimizi sona erdirdik. Muhammed'in dini Arabistan'a pek uygundu; ama bize yaramaz” demesi üzerine, Ellison, “Ama sizin hiç mi inancınız yok?” sorusunu yöneltmiş; muhatabı ise buna, “Evet (var). Gazi'ye, bilime, ülkemin geleceğine ve kendime” cevabını vermiştir. Bu anektodu nakleden gazeteciye göre, “bilime duyulan güven” ile “Arabistan'dan gelen her şey” ve “halkı geri bıraktıran hocalara duyulan nefret”i vurgulayan müfettiş, “yeni neslin inancını dile” getirmektedir."483
Sayfa 519Kitabı okudu
Reklam
Atatürk'ün bir Anektodu.
İngiliz Kralı VIII. Edward İstanbul’a Atatürk’ü ziyarete geldiği zaman, Atatürk kendisine bir akşam ziyafeti vermişti. Ziyafetten önce: - Bana İngiltere sarayında verilen ziyafetler ne şekilde olur, onu bilen birisini yahut bir aşçı bulunuz!... dedi. Sonunda İngiliz sofra merasimini bilen bir kişiden öğrenerek sofrayı o şekilde düzene koydular... Akşam Kral sofraya oturunca kendisini kral sarayında zannederek memnun oldu. Atatürk’e dönerek: - Sizi tebrik eder ve size teşekkür ederim. Kendimi İngiltere’de zannettim, diyerek memnuniyetini bildirdi. Sofraya hep Türk garsonlar hizmet etmekte idi. Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak, elindeki büyük bir tabakla birdenbire yere yuvarlandı. Yemekler de halılara dağıldı. Misafirler utançlarından kıpkırmızı kesildiler. Fakat Atatürk Kral’a eğilerek: - Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim, dedi. Bütün sofradakiler Atatürk’ün zekasına hayran oldular. Atatürk garsona da “görevine devam et” emrini verdi.