Filmi kitabın yanında çok sönük kalıyor, bunu söyleyerek başlamak istiyorum.
Her yeni bölümle birlikte yeni bir tanım bulan ve bambaşka bir anlama bürünen başlık; Saramago’nun felsefesini ve eleştirisini aslında tek bir kelimede özetler. İsimsiz bir şehrin isimsiz insanları arasında sokaklarca, satırlarca, sayfalarca yayılırken her biri, farklı bir uyanışı deneyimlemeye başlar.
Her şey, trafikte ansızın bir perde çekilmişçesine her tarafı bembeyaz gören bir adamla başlar. Farklı yerlerde, fakat benzer şekilde görme yetilerini kaybederek onu takip eden altı kişi; açıklanamayan bir salgının taşıyıcıları ilan edilerek kent yönetimi tarafından karantinaya alınır. Bunun için, eskiden akıl hastanesi olarak kullanılan bir bina seçilmiştir. Nitekim Saramago’nun, toplumsal bir kaosun başlangıcı olarak böyle bir binayı kullanması boşa değildir; fiziksel olarak kaybettikleri görme yetileri dışında ruhsal ve zihinsel açıdan sağlıklı yedi insan; zamanla Jung’un ifadesinde olduğu gibi dış dünyaya karşı körleşmişken duvarların iç yüzünü görmeye başladıkça delilik sınırına sürüklenir.
Dolayısıyla deneyimledikleri körlük, esasen bir uyanış ve örtbas edilmeye, hatta görmezden gelinmeye çalışılan gerçekliklere tutulmuş bir aynadır.