Sırlarla dolup taşan, tarihle harmanlanan, kültürümüzle (Şems-i Tebrîzî, Mevlânâ, dervişler...) iç içe geçen ve bizi derinden sarsan Bab-ı Esrar, Ahmet Ümit'in şiirsel kaleminden dökülen, serüvenlerle dolu polisiye bir roman olarak karşımıza çıkıyor.
Madde alemi ile mana aleminin, gerçek ile rüyanın, din ile aşkın, hak ile hakikatin birbirini etkilediği ve birbirini çepeçevre sararak insanın karşısına çıktığı, bununla birlikte mistik bir dünyanın yaratıldığı, muhteviyatında Hak'ka ulaşma isteğinin cüzi aşktan külli aşka, dünyevi meselelerden uhrevi meselelere doğru yol alınışını temele alan, bu bağlamda okurken insan meşrebini de tanıma olanağını bizlere apaçık bir şekilde sunan; hak yolunda yürüyüşü, hakka ulaşma çabasını, hak ile beraber olmayı ve dolayısıyla hakikate ulaşma serüveninin meşakkatli yollarını sürükleyici bir şekilde işleyen, etkileyici ve derin bir roman.
Gerçek aşka ya da hakikate ulaşmak için, şu gelip geçici dünyanın hiçbir şeyine bağlanmamanın, dünya zevklerine kapılmamanın, dünyevi meseleler için uhrevi meseleleri göz ardı etmemenin gerektiğine değinerek, aslında insanın en temel amacının yine ondan bir parça, bir suret taşıdığı ve şüphesiz yine ona döneceği, hakkımızda son sözü söyleyecek olan Hak'ka ulaşmak olduğunu ve bunun huzur dolu maneviyatının hissedilişini, özümüze dönüşümüzü ele alan, ölümün bir yok oluş değil bizzat sevgiliye kavuşma anı olduğunu niteleyen, insan üzerinde derin bir tesir bırakan, sorgulatıcı ve harikulade bir roman.
Taşta kan vardı, insanların yüreklerinde nefret, dolunayda derin bir sükûnet. (syf. 11)