İçimde hep sevilmeyi bekleyen bir çocuk var, diyor Ethem, Şermin Yaşar'ın 'Söyleme Bilmesinler' kitabında. Bu cümleyi kendi içinde kurmak yerine yüksek sesle dillendirenlere; " Şimdi birden noldu? Bir sorun mu var. Ben varım, yanındayım." gibi cümlelerle karşılık verenler olacaktır çevrelerinde.Ki bu grup görece şanslı sayılabilir en azından onu düşünen bir dostu/dostları var diye avunmak için hala zamanı vardır. Fakat gerçekçi yaklaşırsak birçoğumuzun başkalarına ayıracak vakti hep kendimizden arta kalan vakitlerdir. Bu da demek oluyor ki kendimizi tamir edebilecek kişi yine biziz. Eğer bugün, geçmişteki kırgın o küçük çocuğu büyük bir bedende karşılamışsak, bu küçük ruhu bu bedende kucaklayabiliriz demektir. İçimizdeki bol kese şefkatten onun da nasiplenmesi neden bu kadar zor? Yapmamız gereken kendine bile hayrı olmayan olmaktansa en başta kendine hayrı olan olmak olmalı. Çünkü yine ve en sonunda kendimizle başbaşa kalacağız. Her zaman olduğu gibi.
Dışsal şiddet ruhun yükünü hafifletir çünkü acının ağırlık noktasını dışarı kaydırır. Ruh eziyet verici bir içsel sohbetin içine gömülmez. Modernitede şiddet ruhsallaştırılmış, psikolojikleştirilmiş, içselleştirilmiş biçimlerde ortaya çıkar.
Oysa bir de olumluluğun şiddeti vardır: Dilin spamlaşması, aşırı iletişim, aşırı haber ve bilgi, azmanlaşmış bir dil, iletişim ve haber kütlesi, olumluluğun şiddetinin görüntüleridir.
Kaba kuvvet günümüzde anonimleşmiş, öznesinden arınmış, sisteme içkin bir şiddete dönüşmüştür; toplumla ne denli halvet olursa o kadar ustaca saklanmayı beceren bir olgudur artık.
Türkiye'nin Suriye'deki içsavaşa müdahil olmasının Türkiye'ye kurulmuş bir tuzak olduğunu gören Sezai Karakoç Türkiye'yi şöyle uyarmıştır:
"Şimdi Batı bize diyor ki: 'Suriye'de kötü bir yönetim var. Orada halk ile devlet arasında problem var, masum insanlar ölüyor. Bu işi siz halledin, siz çözün, insanların ölümünü seyir mi edeceksiniz?' Şüphesiz Müslümanlar asla seyretmez, ama bu meselenin çözümü silahla olmaz. O yönetimi uyaracak olan kılıç değil kalemdir. Çünkü kılıç ile girdiği takdirde halk ile karşı karşıya gelecek ve siz yine masumları öldürmek zorunda kalacaksınız. Aynı o devletin yaptığını siz yapmış olacaksınız. İşte bu size kurulmuş bir tuzaktır. Çözümün sadece silah ve kılıç olduğu doğru değildir. Daima ondan daha güçlü olan bir çözüm vardır ve o çözüm fikirdir. Kılıç dahi fikrin emrindedir. Aksi halde zarar verir."
ABD'nin sığınmacıların Türkiye'de kalmasını istemesinin esas nedeni Suriye'nin kuzeyinde ABD destekli PKK'istan'ın kurulmasının Suriyeliler Türkiye'de kaldıkları zaman çok daha kolay olacağı gerçeğidir. Arapların ülkelerine dönmeleri durumunda PKK'nın gasp etmeye çalıştığı topraklarda Arap nüfus çoğunluğu oluşturulacak ve PKK'istan politikası zora girecektir.
Vasıflı Türk insanına "Giderlerse gitsinler!" diyerek yerlerine sığır çobanlarını dolduran bir yaklaşım Türk ekonomisini 21. yüzyılda ilkelleşmeye mahkûm kılacak bir yaklaşımdır.
Entegrasyon süreçleri Araplar arasında dahi başarısız olurken bir Arap toplumunun Türk toplumuna entegre olması saf bir hayaldir. Ürdün'e kabul edilen Filistinli Araplar Ürdün'e entegre olmak yerine Ürdün'de iktidarı ele geçirmeye çalışmışlardır. Sonuç 1970 yazında Ürdün'de iç savaş çıkması olmuştur. Filistinliler bulundukları hiçbir Arap ülkesine gerçekten entegre olmazken Suriyeli Arapların Türk toplumuna entegre olması beklemek gerçekten saflıktır.
Suriyeli sığınmacıların Türkiye'de kamu sağlığı üzerindeki en olumsuz etkilerinden birisi 30 yıl içinde inşa edilen Türk demografik aşı haritasını değiştirmesidir. Aşısız bir şekilde Türkiye'ye gelen 1,5 milyondan fazla çocuk, Türk çocuklarını da enfeksiyonlara açık hale getirmiştir.