Ayrı düşmüş insanlar için ülke bazen yalnızca bir türkü demekti, bazen buğusu üstünde sıcak bir yemek, bazen bir sokak görüntüsü, bazen de bir isim. Nereye giderse gitsin, ülkesini içinde taşırdı insan. Ülke düşüncelere sinerdi, davranış olur hiç beklemediğiniz bir anda kendini gösterirdi. İstersiniz ama kurtulamazdınız ondan, bir tat, bir dokunuş, bir ses, bir koku, bir görüntü olur aklınıza takılır, çekip götürürdü çocukluğunuzun, gençliğinizin geçtiği yerlere.
"Bazen kısa hikayelerin vedası daha uzun olur diğerlerinden. Çünkü yarım kalan, yaşanmamış ne varsa, en çok onlar uzatır vedayı. Yaşayamadığınız ne kadar şey varsa onunla aranızda, bir boşlukta hepsini yaşamış gibi tüketmeye çalışırsınız. Veda en çok, sizin ona son dokunuşunuzla, başkasının ona ilk dokunuşu arasındadır. Tüm hayatınız o iki dokunuşun arasında şekillenir. Ya kendinizi kurtarırsınız ya da geç kalıp kaybolursunuz. Veda uzar, uzar ve sihirli bir dokunuş gibi, bir başkası ona dokunduğunda sona erer. Bir hikaye yarım kaldığında, tamamlansaydı ne olurdu merakının esiri olmakla, iyi ki daha çok yaralanmadım hissinin arasında bir yerde durursunuz.
Aşk, bir suçluyu, suçtan daha çok sevmektir. Evet onlar suçludur, çünkü bir kez tadına bakılmış her şey hayatta yarım bırakılmış demektir."
AŞKA GELSEM
Seni her düşündüğümde;
Bir merhaba inse gökten,
Bir selam,
Bir öpüş,...
Bir sıcak dokunuş,
Birleşiverse ;
Aşka gelsem...
......
N.K. (Feryad-ı naz)
Hakkında iyi kötü bir fikre sahip olduğumu düşündüğüm John Green'in bu romanını incelemeden, araştırmadan tamamen kitapsızlık sürecimde karambolde elime aldım. (Laf aramızda tembelliğimin boyutu o dereceydi ki kitabın aşk romanı olduğuna da kendi kendime kanaat getirip bir süre de o bekleyişle okudum durdum. Sanki adam mütemadiyen aşk romanı
o an farkına vardı;insanlar gerçek yaralardan çok yüzeysel olanlara önem veriyorlardı.Belki sarılması daha kolay olduğu içindi bu.Ama biliyordu ki öze inemeyen kişilerle konuşulmazdı.Biri tarafından gerçekten anlaşılmadıkça sözcüklerin hiç bir hükmü yoktu.O gün başladı konuşmama orucuna.Bu oruç kalbine biri dokunana dek devam edecekti.Belki bu dokunuş için yıllarca beklemem gerek belkide hiç bir zaman gerçekleşmeyecek diye geçirdi aklından.Kalbi ise aklının tam tersi yönde konut veriyordu sanki.Kalbi huzurun sükunette ve sabırda olduğunu ve sabrettiği sürece beklediğini bulacağını fısıldıyordu.Bu iki gerilim arasından kalbini seçti.Ve çok daha sonra öğrenecekti bu sabır ve sükunettin adına AŞK denildiğini.
Yalnızlığın çerçevesinde vardı adımın bir kaç harfi...Aynı anda ismim olacakken olmasın diye türettiğim başka kelimeler bu sebepten.Lakin sabahları zorlaştırıyordu bu oyun ve yorgun kalbimin pencere kenarında beklemesinden hoşnut değildim!Bir iz ya da bir dokunuş akıl oyunlarını her gün batımında bana yeniden izlettiren;gitme,gidersen... Kokunu sığdıramam bu eve,kendime kaçamam ve yazmak fiil olmaktan ziyade nedensel bir iç çekişe dönüşür...Yakınların uzak mesafesinde!Bak bu kadar değebiliyorum sana bu kadar!Oysa tüm dünyaya ne kadar sordurmuşum...Hazımsız bir kalp ağrısının fersiz isyanı doğru değil bu zamanda.Ayıp diyenlere kızar günah diyenlere hesap sorarım.Gitme;gidersen,bir nehrin bulanık sularında suretimle uğraşırım...Kokun yeşile bulaşır!Maviye bulaştı,sarıya karıştı görmedin saniye değişti...Belki sana bir dudak lekesi bana iki cümleni iksiri. Bak bu kadar yakınım sana,tam bu kadar ve bekle dediğin o an hep zarar. YASEMİN BAŞ'15 ANKARA