Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Faik Baysal
Muharrem Dayanç
Muharrem Dayanç
: "Türk edebiyatında en çok ilgimi çeken bahislerden biri “yazarlar ve anneleri”dir. Konu bu kadar genel değil elbette bahsi biraz daha daraltarak söylemek gerekirse “küçük (hatta çocuk) yaşta annesini kaybeden yazarlar”dır. Başlangıçta Tevfik Fikret (12), Ahmet Hâşim (7), Yahya Kemal (13), Ahmet Hamdi Tanpınar (14), Ziya Osman Saba
Atatürkün, Papa Eftim ve Ailesine Olan İlgisi
Türk Ortodokslarının mübadelesine çok üzülen Atatürk, yurtta kalan Papa Eftim ve yakınlarına ilgi ve muhabbetini hiç kaybetmemiştir. Turgut Erenerol bir anısında Atatürk'ün Papa Eftim'e olan derin muhabbetinden şu sözlerle bahsetmiştir: "Yıl 1937 idi. Florya'da Atatürk'ün deniz köşkünde 14 arkadaş iki kayıkla deniz köşkünün önünde kendilerinin sevdiği bir valsi üç defa çaldığımız için davet edilmiştik. Ben Atatürk'ün sol tarafında oturuyordum. Biz on dört talebe idik. Sofrada Afet (İnan) Hanım da vardı. Teker teker isimlerimizi ve soyadlarımızı sordu. Babamın Papa Eftim olduğunu öğrenince 'Bunu görüyor musunuz? Bunun babası benden daha Türk'tür!' dedi ve babam hakkında yarım saat konferans verdi. Sonra babamı sordu. 'Rahatsız' dedim. Hemen başyaverine emir verdi. 'Şükrü Kaya nerede? Hemen bulun. İsterse yatakta olsun Papa Eftim'i ziyaret edecek. Bütün istediklerini yapın!' Sabahın beşine kadar yanında kaldık. 'Babanı gör, kendisinden haber bekliyorum.' dedi. Yanından ayrıldık. Ertesi gün babamı gördüm. 'Nereden işitmişler? Vali geldi, hatırımı sordu.' dedi."
Reklam
Paşam...(GMKA)
Gazi Mustafa Kemal'in sıkça paylaşılan "Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum!" sözünü kaynağından yani Hasan Rıza Soyak'ın hatıratından okuyalım. "(Atatürk) 1930 yılı baharında yaptığı bir yurt gezisinde İzmir'den, Antalya'ya gitmek üzere trenle ayrılmış, yolda, halk ile temas ede ede ve bir
Metin Akpınar anlatıyor...
Mustafa Kemal Atatürk'ün sofrası hem istihbarat alanı hem duyurmak istediklerini duyurduğu bir alan... O gün telgraftan başka bir şey yok ki! Bir bilgi yayılsın istiyorsa, bunu sofrada veriyor, öyle yayılıyor. Yeni bilgiyi öğrenme ve bunu öğretme bakımından da çok önemli. Mesela Sahibinin Sesi gramofon geldiğinde önce kendi başına deniyor, sonra da sofrada kalabalıklarla. Kısacası sofra yemek yiyip kalkılan, lık lık içilip sarhoş olunan bir yer değil. Yaşamın önemlice bir bölümü, ona gösterilen özen, oradaki bilgi alışverişi, mutluluk, ortak rezonans, söylenilen şarkıdan alınan mutluluk...
Sayfa 121 - Mundi
"Bir 30 Ağustos Zafer Bayramı gecesi, sofrada Şükrü Kaya'nın, Paşam, Kurtuluş Savaşı'nda Başkomutan sıfatıyla savaşlarda verdiğiniz emirler bir yerde toplanmış mıdır? sorusu üzerine Atatürk, Bir gün Kurtuluş Savaşı'nın, Milli Mücadele'nin askeri tarihini yazacaklar, belki de benim Başkomutan sıfatıyla bir yazılı ve imzalı emrime rastlamayacaklardır. Savaş arkadaşlarım buradadır, hep bilirler, ben savaşta her zaman o cepheden bu cepheye gider, yapılması gereken hareketleri komutanlara dikte eder, onlara not ettirir ve kendilerini de inandırdıktan sonra 'Şimdi ordu birliklerimize hemen bu hareketlerin yapılmasını kendi imzanızla duyurunuz' derdim."
"Her zaman Atatürk sual sormaz ve imtihana çekmez ya! Bir gün de, sofrada neşeli bir zamanında Atatürk'ü imtihana çektiler. Arkadaşlarından biri sordu, - Lütfen cevap verin bakalım, dahi kime derler? Atatürk tereddüt etmeden ve kendisinin imtihana çekilmesini yadırgamadan cevap verdi, - Dahi odur ki, ileride herkesin takdir ve kabul ettiği şeyleri, ilk ortaya koyduğu vakit, herkes onlara delilik, der."
Reklam
"Bir öğretmen Atatürk aleyhine bir şiir yazmıştı. Kendisini hizmetten çıkarmışlardı. Öğretmen yeniden kadroya girmek için dört bir yana başvuruyordu. Bir gün Bakan'm yanına gitti. Ehliyetli de bir gençti. Bakan, - Oğlum, dedi, hakkınızda hiçbir şey yapamayız. - Niçin yapamazsınız? - Oğlum suçun doğrudan doğruya Atatürk'ün şahsına ait. Biz karar veremeyiz. - Öyleyse ben Atatürk'ün karşısına çıkacağım. - Hele biraz bekle. Pek inatçı imişsin. Bana bir hafta sonra yine gel. Bakan bir akşam sofrada Atatürk'e meseleyi açtı, - Hani efendim hakkınızda ağır bir hiciv yazan bir öğ­retmen vardı ... - Evet ... - Af Kanunu'ndan faydalanarak yeniden öğretmen olmak istiyor. - Öğretmen yapılmasına bir kanun engeli var mıdır? - Hayır, efendim. - O halde niçin bana soruyorsunuz? - İşlediği suç sizin hakkınızda ... - Aşkolsun sana ... Şahsi dargınlığım için kanun emirlerini yerine getirmenizden hoşlanmayacak kadar beni egoist mi sanıyorsun? Kendisini hemen ilk açılacak yere tayin ediniz."
Bir öğretmen, Atatürk aleyhinde kötü bir şiir yazmıştı. Ken­disini hizmetten çıkarmışlardı. Öğretmen yeniden kadroya gir­mek için dört yana başvuruyordu. Bir gün bakanın yanma git­ti. Ehliyetli de bir gençti. Bakan: — Oğlum, dedi, hakkınızda biz hiçbir şey yapamayız. — Niçin yapamazsınız? — Oğlum suçun doğrudan doğruya Atatürk’ün şahsına ait. Biz karar veremeyiz. — Öyleyse ben Atatürk’ün karşısına çıkacağım. — Hele biraz bekle. Pek inatçı imişsin. Bana bir hafta son­ra yine gel. Bakan bir akşam sofrada Atatürk’e meseleyi açtı: — Hani efendim hakkınızda ağır bir hiciv yazan bir öğret­ men vardı... — Evet... — Af kanunundan faydalanarak yeniden öğretmen olmak istiyor. — Öğretmen yapılmasına bir kanun engeli var mıdır? — Hayır, efendim. — O halde niçin bana, soruyorsunuz? — İşlediği suç sizin hakkımızda... — Aşkolsun sana... Şahsi dargınlığım için kanun emirle­rini yerine getirmenizden hoşlanmayacak kadar beni egoist mi sanıyorsun? Kendisini hemen ilk açılacak yere tâyin ediniz.»
ATATÜRK OLMASAYDI:
Din ve Maneviyatı akıl ve mantıkla böylesine bağdaştıran bir başka insan bulamazdık. O, din’in dünya’dan ayrılmasını bunun için kat’iyetle iste­di. Fakat, İslâm dininin kural ve telkinlerini değerlendirirken, O’nun dayandığı akıl-mantık-halk psikolojisi terkibine, hiç bir ünlü ilâhiyatçı yetişemedi. ☆ Sizlere bir Zekeriya Sofrası misâli vereceğim.
Sayfa 116 - Kazancı KitapKitabı okudu
Atatürk çok boğazlı bir insan değildir. Son hastalığında da iştahı oldukça azalır. Doktorlar çok tatlı yemesini tavsiye ettikleri için sofrada daima birkaç türlü tatlı bulunurdu, yanındaki arkadaşları bazen evlerinden yaptıkları aşure, helva gibi tatlıları getirirlerdi. Abdühalik Renda'nın eşinin yaptığı yahya tatlısı ile Muhlis Erdener'in eşinin yaptığı irmik helvasını çok beğenir. Hatay meselesini halletmek için Mersin'e gittiğinde diyeti Dr. Neşet Ömer İrdelp tarafından tanzim edilmekte olup portakal veya greyfurt suyu, haşlama tavuk ve haşlama kabak ile maden suyu verilmektedir. Savarona'da perhiz yemeklerinden yağsız püreleri yiyor, komposto ve sütü severek içiyordu. Kendisine unlu, gaz yapmayan ve şekerli gıdalar veriliyordu. 31 Temmuz 1938'de, kendisini muayene eden Dr. Eppinger çiğ meyve ve sebze kürü tertip eder, Atatürk'e bol kavun ve karpuz yedirir, sonucunda ishal ve karın ağrılarından şikayetçi olur. Bu tedavi sistemine karşı olan Türk doktorlarına Atatürk "Hakkınız varmış, vay hınzır herif, beni galiba tavşan zannetti" der. Bir gün sonra Atatürk'ü muayene eden Dr. Bergmann ise Atatürk'ü rendelenmiş elma rejimine koyar. Dr. Akil Muhtar Özden, Dr. Abravaya Marmaralı ve Dr. Süreyya Hidayet Serter'in tanzim ettikleri gıda rejimi her gün aşçıbaşı Mehmet Efendi'ye bildirilirdi. Atatürk'ün son nöbet defterinde 1 Ekim - 10 Kasım 1938 günleri arasında Atatürk'e tatbik edilen diyetin tetkikinde, Atatürk'e daha çok şekerli, sulu gıdalar, çeşitli meyve suları, hoşaf, çorbalar ve sebze püreleri verildiğini görmekteyiz.
Sayfa 231 - Güven KitabeviKitabı okudu
Reklam
Mustafa Kemal rakıya olan ilgisi hayat boyu sürdürdü. Ama ne zaman, nerede ve ne miktarda içmek gerektiğini, belli bir sınır aşanların ne duruma düştüklerini gayet iyi biliyordu. Atatürk sofrasında içki için kimseyi zorlamazdı. Atatürk'ün deli ve sarhoşla arası iyi değildi sofrasında bulunan misafirler arasında alkolün etkisi altında kalanlara da rahatsız olmamaları için hemen izin verirdi. Bazen de içkinin tesiri ile şahsına karşı taşkınlık gösteren olursa sofrayı onun yerine kendisi terk ederdi. Cumhuriyet balolarında veya yabancıların bulunduğu diğer müzikli toplantılarda havanın bozulmamasına önem verirdi. Devamlı etrafı izler, alkol tesiri ile ciddi olmayan hareketler yapmaya başlayanları görür, münasip şekilde ikaz ettirir ve buna rağmen o kişide düzelme sezmezse, etrafa belli etmeden toplantıdan çıkartırdı. Atatürk'ün hizmetinde bulunan Cemal Granda Atatürk'ün içki içtiği zamanlarda hiçbir gün taşkın hareketine rastlanmadığını ve bir kere bile sarhoş olduğunu görmediğini belirtmiştir. Sofrasında bulunmuş olan Hasan Reşit Tankut, "Atatürk'ün zil zurna sarhoş olduğunu söyleyenler ya sofrada bulunmamış kişilerdi. Ya da iftiracılar. Çok defa sabaha karşı gezmeye çıkardık, çok defa da bu gezinti uzun bir yolculuk biçimini alırdı. Bir an için kendisinde çakırkeyiflik belirtisi görmedik" demektedir.
Sayfa 99 - Güven KitabeviKitabı okudu
Atatürk'ün ne miktarda içki içtiğine dair bilgiler farklılıklar göstermektedir. Hüsrev Gerede anılarında "içkiyi haddinden fazla içerdi" demektedir. Dr Akil Muhtar Özden de, Atatürk'ün her Akşam yarım veya bir litre arasında rakı içtiğini belirtir. Çankaya'da Sofracıbaşılık yapmış olan İbrahim Ergüven de rakıyı az içtiğini belirtmektedir. İzmir'de Atatürk'ün koruma polisliğini yapan Haydar Şaşal Atatürk'ün gecede 250 gramdan çok rakı içtiğini hiç görmediğini belirtmektedir. Atatürk'ün hizmetinde bulunan Cemal Granda Atatürk'ün çok içmediğini, içtiği zamanlar da acele etmediğini, konuşarak, sohbet ederek yavaş yavaş içtiğini, ölçüyü kaçırmadığını belirmektedir. Son genel sekreteri Hasan Rıza Soyak da Atatürk'ün sofrada saatlerce kalmasına rağmen miktar olarak çok içmediğini belirtmektedir. Gündüzleri içki kullanmamıştır. Ruşen Eşref Ünaydın şunları söyler: "Esasen yirmi yıl müddetle bir tek defa müstesna, Ankara'dan İstanbul'a gelirken Bozoyük'te kalıp, Çolak İbrahim'in kereste fabrikasına malzemelik eden çam ormanını görmeye çıktığı gün, o ormanlıkta rahmetli İbrahim'in bir kır ziyafeti tertibinde hazırlatmış olduğu günkü öğle yemeği müstesna, Mustafa Kemal'in gündüzün içki kullandığını hiç görmemiştim."
Sayfa 98 - Güven KitabeviKitabı okudu
"...benim bağımsızlığım Şişhane'ye kadar sürdü".
İstanbul'dan Ankara'ya döndüğü bir günün akşamı sofrada Nebizade Hamdi Bey'e: "Sen bağımsızlığın ne olduğunu bilir misin?" diye sorar. "Bilirim Paşam" cevabını alınca, "yok bilmezsin! Mesela ben bilirim bağımsızlığın kıymetini, çünkü ben bağımsızlıktan yoksunum Tabii hareket ve bedensel yaşamın bağımsızlığını kastediyorum, kuşkusuz. Düşünme ve duymanın değil, nefes alsam, etrafımda kesinlikle o nefesimi duyan sivil, asker birileri vardır. Bu İsmail Tekçe'dense bir türlü yakamı kurtaramadın. Geçenlerde bir gün İstanbul'da Tokatlıyan'da oturuyorduk. Nasıl olduysa oldu, bir baktım etrafımda kimse yok. Oh dedim, derin bir nefes aldım. Sonra kendi kendime dedim ki, şuradan çıkayım bir tramvaya bineyim, Fatih'e kadar gideyim, Adeta ayaklarımın ucuna basa basa Tokatlıyan'ın kapısının önüne çıktın. İkinci mevki oldukça boş bir Harbiye-Fatih tramvayı buldun Atladın içine gittim vatmanın arkasına dikildim. Ne kadar mutluydum yaşamından bilemezsin Nebizade. Tramvay Şişhane'ye doğru gelirken nereden çıktı, nasıl çıktı bilemiyorum, iki kişi tramvayın ön sahanlığına atladı. İki sivil de tramvayın arkasına. İki üç dakika içinde İsmail Tekçe'nin adamları sardı etrafımı. Durumu anlamıştım. Vatman'a "Dur evladım, ben ineyim" dedim ve benim bağımsızlığım Şişhane'ye kadar sürdü".
Sayfa 74 - Güven KitabeviKitabı okudu
Atatürk'ün İsmet İnönü'yü başbakanlıktan alması ..
Atatürk'ün başbakanlığından ayrılışınıza dair şimdiye kadar çok şey yazıldı, çok şey söylendi. ı Bu meseleyi aydınlatacak bir açıklama yapmanızı rica edebilir miyiz? Bir akşamüzeri sofrada kavga eder gibi bir münakaşa geçti. Ertesi gün Atatürk ile görüştük. Kendisinin bana söylediği şuydu: "Şimdiye kadar bin meselede bin defa kavga ettik. Ama az çok kapalı kavga ettik. Akşam pek aleni oldu. Bir müddet çekilmen, istirahat etmen lazım." Minnettar olurum sana, dedim. Çok teşekkür ederim, dedim. Hakikaten kendime hakim olamayacak bir vaziyetti. Olabilir, oluyor. .. Hepimizin her gün yanımızda bulunanlarla, birlikte çalıştıklarımızla başına gelen bir mesele ..
Sayfa 11 - Dünya Kitapları 1. Baskı ( Genişletilmiş) 2004Kitabı okudu
Alaturka: Radyoda yasak, sofrada serhest
Cumhuriyetin 10. yılı kutlanırken gazetelerde Türk müziğinde alaturka alafranga tartışmaları yaşanmaktadır. 1931'de Türkiye'ye gelen Viyanalı besteci Joseph Marx'n Türk müziğinde Batı teknikleri uygulaması konusundaki görüşleri etrafında gelişen tartışmaları Peyami Safa, "Musikimiz Nasıl Garplılaşmalı?" başlıklı bir
Sayfa 103 - Atlas Tarih DergisiKitabı okudu
126 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.