Hayatımda okuduğum ilk oyun türü eserin Türk Tiyatrosu’nun başyapıtlarından biri olması şansı ve gururunu yaşayarak bitti bu güzel eser. Şarkılarını duydum, hatta oyunun sonunda alkış seslerini bile duydum. Oyunda özetle, iki farklı dünyanın ve bu dünyaların en gülünç ve harbi yönleri sunuluyor, tabi ortada bir aşk da yok değil. Daha ilk sayfalardan Sineklidağ’da buluyorsunuz kendinizi. Heladan gelen klorak kokusunu alıyorsunuz. O güldüğünüz cümleler aslında o kadar iğneli ve güzel eleştirileri barındırıyor ki, bir yandan olay akışında gerilip, eğlendiriyor bir yandan da derin derin düşündürüyor. Devletin çıkrıkları, politikacılar, aradaki şarkıların içine yerleşmiş taşlamalar... Tiyatro’dan uzak kaldığımız bu pandemi döneminde ilaç gibi geliyor insana. Ama kitapta en sevdiğim şey, sizi oyunun bitiminde sahne arkasına taşıması... Oyuncuların, süreci anlattığı sayfalarda çok duygulandım. Oynandığı ülkelerdeki yorumlar sayesinde ben de ekiple turneye çıktım, perdeyi açtım kapadım tekrar. Kitabı sadece okumadım, izledim, düşündüm, dünyayı gezdim. Bayıldım. Bayıldım. Bayıldım...