Okuduğum en sağlam distopik romanlardan biri oldu Otomatik Portakal. Çete başı Alex, kötülük kelimesinin karşılığı gibi bir çocuk. Arkadaşlarıyla beraber acı çektirdiği onlarca insan, yakıp yıktığı onlarca mekan var. Alex ve arkadaşlarının topluma olan bakış açısı bana “Gerçekten bu kadar kötü olunabilir mi?” dedirttti. Kitapta Alex’in anne babasıyla dahi duygusal bir ilişki kuramayışı bu düşüncemi destekler oldu. Kitap iyilik ve kötülük kavramını insana sorgulatır cinste. İnsan neden iyidir, neden kötüdür ya da nasıl iyidir, nasıl kötüdür çok düşündüm. Toplumun farklı kesimlerinin gayet sağlam eleştirisinin yapıldığı, “dikizlenildiği” bir dönemde anlatıcımız Alex’e kitabın başında katıksız kötü gözüyle bakarken kitabın sonuna doğru içim acıma duygusuyla doldu. Uzun zaman sonra okuduğum en akıcı, okurken beni dehşet içinde bırakan ama bir yandan da eşsiz bir okuma zevki sunan bir kitap oldu Otomatik Portakal. Ayrıca yazarın beyin tümörü olduğunu öğrendikten sonra karısı geçimini sağlayabilsin diye bir yılda altı tane roman yazdığını, sonrasında teşhisin aslında yanlış olduğunu öğrendikten sonra yazmaya devam etmesini öğrendikten sonra yazarın bu kitabı nasıl, hangi psikolojiyle yazmış olduğunu çok merak ettim.