İçimizdeki Ermeniler ve Rumlar, hatta bizim dinimizden olan Araplar bile kendi milliyetlerini ileri sürerek bizden ayrılmak istiyorlardı. Hepsinin dernekleri vardı. Halbuki biz Türklüğümüzü bilmiyor ve hâlâ başımıza musallat olan Osmanoğullarının ismini taşıyor, "Osmanlıyız" diyorduk. İşte böyle bir zamanda vatansever Türkler, "Biz Türküz; vatanımız Türkiye'dir. Türklüğe çalışalım" diyerek Türk ocakları açtılar. Dergiler çıkardılar. Evvelce aşağılanan Türk adını yükseltmeye, millete Türklüğü öğretmeye başladılar. Artık millet uyanmıştı. Türklerde milliyet fikri yükseliyordu.
Fransız müellif Motray 1700'lerdeki halimizi şöyle anlatıyor:
"Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç kere Beyoğlu'ndaki ikametgâhıma kadar gelmişlerdir."
"Türklerle Rumların karışık yaşadığı köylerde, bacasında leyleklerin yuva yaptığını gördüğünüz her ev bilin ki Türk evidir.Çünkü onlar leylekleri rahatsız etmenin günah olduğuna inandıkları için ateş yakmazlar."
Osmanlı evlerini gayrimüslim evlerinden ayıran bir özellik var : Bir Batılı gezgin, bu özelliği şöyle açıklıyor:
"Türklerle Rumların karışık yaşadığı köylerde, bacasında leyleklerin yuva yaptığını gördüğünüz her ev bilin ki Türk evidir. Çünkü onlar leylekleri rahatsız etmenin günah olduğuna inandıkları için ateş yakmazlar."
Yahya Kemal Beyatlı'nın bir tespitiyle noktalayalım: "Eski Türklerin bir dinî hayatları vardı, dinî hayatları olduğu için de çok şeyleri vardı; yeni Türklerin de dinî hayatları olduğunda çok şeyleri olacak."
"Kötü söz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlama sana.
"Ey oğul! Sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz.
"Şunu da unutma: İnsan yaşat ki, devlet yaşasın!