belki de bu romanin kalici cekiciliginin kaynagi da bu. yozo anlasilmanin dehseti ve arzusu arasinda, itiraf etme ihtiyaci ve karsi konulamaz bir yalan soyleme gudusu arasinda sıkışmış halde bukulup kivraniyor.
bu dunya mutsuz insanlarla dolu ve utanc duymadan 'topluma' gosterebilecekleri sefaletlere sahipler. toplum ise onlarin bu gosterisini hemen anlar ve onlara sempati duyardi.
insan hayati karsilikli olarak kandirilip hicbir seyin farkina varmadan birbirlerini incittigi ve bu tuhafligin bariz bir sekilde ortada oldugu orneklerle dolu.
insanlarin neden her gun oturup gunde uc ogun yemek yemeye kendini mecbur hissettiklerini merak ederdim. belki de evi dolduran ic ice gecmis ruhlari yatistirmak icin bir ritueldi.
biz hepimiz surekli degerli bir seylerimizi kaybediyoruz. onemli firsatlari, olasiliklari, bir daha yerini asla dolduramayacagimiz duygulari. hayatta olmanin bir anlami da bu iste. fakat kafamizin icinde, oyle seyleri bellek haline getirebilmemiz icin kucuk bir oda var. dahasi bizler kendi yuregimizin ne durumda oldugunu dogru sekilde takip edebilmek icin surekli arama kartlari yapmak zorundayiz. o odayi temizlememiz, havalandirmamiz, ciceklerine su vermemiz de gerekiyor. baska bir deyisle, sen sonsuza kadar kendi kütüphanende yasayacaksin.
gercek simdiki an, gelecegi yiyip bitiren gecmisin ele avuca sigmaz ilerleyisidir. isin gercegi, her turlu duyu, bellegin parcalarindan baska bir sey degildir.