“Aşk yüzünden mi
sözcüklerin boşluğa düşmesi
tıpkı akşamın mermerin maviliğine düşmesi gibi
Sessizliğin öfkesi yüzünden mi
şarkıların yokluğa gömülmesi
Ey sen,
özlenen o gülüşün kaybolmasıyla içimde ulaştığım
ışık…”
Kitap, bu kırgın bir adamın öyküsüdür diye başlıyor. Ya da bu, sevda ve coşku felaketine uğramış bir sanatçının öyküsüdür, adam düşlerin en ucuna kadar gitmiş ve hiç geri dönmemiştir, döndüyse bile, insanlıktan çıkmış durumda dönmüştür.
Marakeş’te yaşadığı hayattan bunalan, tekdüzeliğin içinde ruhunu kemiren düşüncelerin etkisi altında kaçıp kurtulma hayalleri kurarken Napoli Belediyesi’nin açmış olduğu bir yarışmayı kazanmasıyla nihayet özgürlüğünü yakalama imkanı bulan bir edebiyat öğretmenin hakikati arayışına tanık oluyoruz. Napoli’ye ayak basar basmaz o artık bambaşka bir insan olmuştur. Tüm yüklerinden sıyrılmış, hatta hiç sevmediği eşine bile aşk hissetmeye başlamıştır. Ona farklı isimle hiç ulaşmayacak mektuplar yazmaya başlar.
Bir meşhul ses kulağına Yoksullar Hanı’na gitmesini fısıldar. Gizemli İhtiyar’la tanıştığında Napoli için bir kitap yazacağını söyler ve İhtiyar ona “Napoli hakkında bir kitap ha! Bunu yazmaya gerek yok. Napoli’nin kitabı benim.” der ve Binbir Gece Masalları’nı aratmayan günler başlar. Yoksullar Hanı’nda herkesin bir öyküsü vardır. Yitip gitmiş umutsuz aşkların öyküleri.
Cüssesi büyük, aklı küçük Momo; dünyalar güzeli bir kadın olan İde tarafından terk edilmiş usta piyanist Gino ve Yoksullar Hanı’nın diğer sakinlerinin öyküleri.