Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Orsay Müzesi, Paris
Van Gogh, 5 Haziran 1890'da kız kardeşi Wilhelmina'ya yazdığı bir mektupta bu tabloyu anlatırken özellikle Nuenen'de yapılan benzer çalışmalara atıfta bulunuyor: Elimde köy kilisesinin daha büyük bir resmi var; basit koyu mavi renkli, saf kobalt rengindeki gökyüzüne karşı binanın menekşe renginde göründüğü bir efekt; vitray pencereler lacivert lekeler gibi görünüyor, çatı mor ve kısmen turuncu. Ön planda çiçek açmış bazı yeşil bitkiler ve içinde güneş ışığının pembe akışının olduğu kum. Ve bir kez daha Nuenen'de eski kule ve mezarlık üzerinde yaptığım çalışmalarla hemen hemen aynı şey; ancak muhtemelen rengi artık daha etkileyici, daha görkemli. ” Auvers'deki Kilise'nin ön planı güneş tarafından parlak bir şekilde aydınlatılıyor, ancak kilise kendi gölgesinde duruyor ve "kendi ışığını ne yansıtıyor ne de yayıyor." Van Gogh, Belçika'nın Borinage kentinde sürdürmeyi umduğu evanjelik kariyerinden çıkarıldıktan sonra, Temmuz 1880'de Cuesmes'ten kardeşi Theo'ya bir mektup yazdı ve Shakespeare'in V. Henry'sinden bir resimden alıntı yaptı , Bölüm 1'de karanlık bir boşluğun içindeki karanlık Kilise "boş ve aydınlanmamış vaaz"ı sembolize ediyor: "Onların Tanrısı, Shakespeare'in sarhoş Falstaff'ının Tanrısı, 'bir kilisenin içi' gibidir". Birbirinden ayrılan yollar motifi, Buğday Tarlası ve Kargalar tablosunda da karşımıza çıkıyor .
Çok yardım etmek istiyorsanız bir sürü kuruluş var mor çatı örneğin, haytap var mesela bayılıyorum ben, insani yardım vakfı vs.
Reklam
Günaydın
ESKİ AVLUDA / BİRHAN KESKİN Bir çiçek açtığında Bir eski avluda Diyor ki Çalıda sarı bir çiğdemim ben Ve senin çok eski cümlen
Zor hem de çok zor Direnmesi Susması Kabullenmesi Her şeyiyle çok zor Dağıtman gereken masada sakince oturmak gibi İçin içini yiyor Susutuğun her şeyin altında eziliyorsun. Kimse görmüyor. Sessiz çığlıklarını kimse duymuyor. Dar alan fobisi olan biri gibisin ve duvarlar üzerine gelip yerini daha da daraltıyor. Durduramıyorsun üzerine gelen duvarları. Kan ter içinde kalmışsın Göz pınarların kurudu artık Darmadağın oldun. Ama kimse görmedi. Dünya bir ev aynı çatı altında yaşadığın milyarlarca insan. Tek biri dahi görmedi. Hepsi sağır oldu, kör oldu. Kapılar bir bir kapandı yüzüne Ve gömüldün karanlığa. Karanlıktan korkan biri olarak o karanlığı benimsedin.
Hava, gelip geçen fırtınayla dolu. Canlandı her şey, ve bir cennet ferahlığında solmakta Leylak, bir tazelik akımını çekmede içine Her yana dağılmış mor salkımlarıyla Hava değişimi diriltti her şeyi, Doldurmada çatı oluklarını yağmur; Fakat gitgide aydınlığa doğru değişmede gök Kara bulutların ötesi masmavi Sanatçının eli daha bir güvenle Arındırmada her şeyi tozundan, kirinden; Yaşam, gerçeklik ve olup bitenler Yepyeni çıkmada onun atölyesinden Yaşanmış yarım yüzyılın anıları Gelip geçen fırtınayla tersine dönmede şimdi, Yüzyılımız çıktı vesayetinden onun Geleceğe yol açmanın zamanı geldi Yeni yaşamın yolunu arındıracak olan Artık sarsıntılar ve dönüşümler değildir; Bir şeylerle alevlenmiş ruhun İçtenliği, fırtınaları ve cömertliğidir...
ANAYASA TARTIŞMALARI
Türkiye toplumu hiçbir anayasasını biçimsel bir toplum sözleşmesine dönüştüremedi. Yaşam biçimiyle devletin mimarisini ve o mimarinin götüreceği istikameti belirleyen anayasalar, Türkiye tarihinde daima bir kesimin diğer bir kesime kendi tasavvurunu kabul aracı olarak kullanıldı. Bunun istisnası yok maalesef. Esasında bu da sosyolojinin siyasete – ya da politik mücadeleye – yansımasıdır. Diğer bir ifadeyle anomali normaldir. Önce içtimai savruluş, ardından politik kaos geliyor. Türkiye’de de olan budur. Bu devlet sürekli “birilerinin devleti” oldu, tüm toplumun devleti olamadı. Çünkü tüm toplumun üzerinde birleştiği bir tür gayrı resmi ve sivil anayasa olmadı.  Devlet toplumun örgütlenmiş halidir. Ama bu normal toplumlar için geçerli. Eğer sosyolojiniz toplum değil, paralel toplumcuklar ürettiyse, çatı bir devlet ve onun birleştirici bir anayasası üzerinden ortak gelecek ve ortak erek tespit ederek mutlu-mesut yaşamak mümkün olmuyor. Yönsüz devlet, yönsüz toplumların kaderidir.
Reklam
1500'lerde İngiltere'de insanların çoğu Haziran'da evleniyordu senelik banyolarını da Mayıs'da yapıyorlar, Haziran'da çok kötü kokmuyorlardı.. Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.. Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir
Beni incitmeyin çünkü ben yaşamaya mecburum Çünkü ben çareyi ne bir şarap kadehinde Ne de bir ilaç kutusunda bulabilirim Çünkü ben insanların anılarında zamanı geldiğinde unutulacak bir yaraya dönüşmek istemem Ben yaşamaya mecburum çünkü Sırtımda koca bir yük var ben varım yani Yaşamaya mecburum yani bir sevgi var beni ayakta tutan benimde ayak tutmam gereken Bir neşe var çünkü içimde gülümsemek isterim hep yaşamam gerek Beni incitmeyin diyorum ruhum hassas benim diyorum Yani diyorumki beni incitmeyin sığınacak limanım yok yani ne bir çatı katım var ne de ruhumu dinlendirecek bir limanım işte ama yaşama ya da öyle mecburum
Sen gittin, ben bir çatı altında evsiz kaldım.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.