Bence şuan icin erken, bu tür havadislerin halkı telaşa düşüreceği kanısındayım. İşin içinde ne olursa olsun, körlük bulaşmaz. Ölüm de bulaşmaz, buna rağmen herkes ölür
İspanya iç savaşta "Yaşasın Ölüm" sloganına sarılmış bir ülkeydi. Yunanistan da iç savaşta en büyük zulümlere sahne olmuştu. Ama sonunda bunları aşabilecek bir toplumsal bilince kavuştular. İnsan hayatı denilen kavramın kutsallığını kavradı, can'ın öneminin farkına vardılar.
Türkiye'de toplumu etkileyen çevreler ise durmadan öldürme propagandası yapıyor.
Devlet adına kurşun atanlara tapıyor, namus cinayetlerini anlayışla karşılıyor, maç nedeniyle milli hisleri kabararak insan öldürenleri anlamaya çalışıyor.
Türkiye insanoğlunun en şiddetli eylemi olan öldürmeyi evrensel ahlâkî kalıplara çekmek zorunda.
Yaşamın bana öğrettiği en önemli gerçek şu: Türkiye iyi niyetli insanlara göre bir ülke değil. Bir Anadolu türküsünün dediği gibi "Bizde adet böyledir. Güzeli ağlatırlar, çirkini söyletiler"
Yakup Kadri Karaosmanoğlu'ndan okuduğum ikinci kitap. İlki Yaban'dı. Onun etkisi ile çok daha fazlaca milli mücadele ruhunu göreceğimi sandığım bir kitaptı Sodom ve Gomore ancak konu tam olarak "İstanbul sosyetesinde milli mücadelesizlik" imiş. İşgal yıllarında Batı hayranı Türklerin işgalcilere yalaklanmalarını, yeni düzene itirazsız kabullerini ve emperyal güçlerin yanında yer alarak nasıl kendilerini önemli hissettiklerini okuyorsunuz.
Bu genel havanın yanısıra baş karakter Leyla'nın Necdet'le gönül oyunlarını okurken ruh hali anlatısı çok başarılı. Necdet'in yaşadığı ıstırabı çok kez içinizde hissediyorsunuz.