Türkiye'deki siyasi atmosferin de etkisiyle biz İslamcılık akımına kapılmış din üzerinden ayrımcılık yapıyorduk, o da milliyetçilik akımına kapılmış etnik kimlik üzerinden ayrımcılık yapıyordu.
Esasında birbirimizden farkımız yoktu.
Ülkedeki ideolojik kamplaşma, çatışmalar her birimizi başka bir yere savurmuştu.
Benimsediğimiz üslupla, yaklaşımla, farkında olmadan, mücadele ettiğimiz, karşı olduğumuz kesimleri büyütüyorduk.
Çünkü hepimizin Türk olduğunu savunan MHP'li biri, hiç aklımda yokken beni Kürt yapmış, şimdi de "Benim Kürde verecek kızım yok" diyordu.
MHP'lilerin bu yaklaşımı olmasaydı belki de benim gibi milyonlar Türklük, Kürtlük gibi etnik kimlik farklılıklarını önemsemeyecekti.
Veyahut Kürt hareketinin kimlik vurgusu bu kadar sert ve belirgin olmasaydı, Türk milliyetçiliği bu kadar etkin olmayacaktı.
Veyahut Atatürkçülük istismar edilmeseydi, dayatılmasaydı, birçok kimse İslamcılığın yanlışını, tahrip edici yönünü belki de daha önceden görecekti.
Veyahut İslamcılar olmasaydı belki de Atatürkçülük bu kadar kolay istismar edilen, dayatılan bir değer haline gelmeyecekti.
Zincirleme trafik kazası gibi.
Hepimiz varlığımızı mücadele ettiğimiz karşıtlarımıza borçluyuz.
O yüzden karşıtlarımızı değil kendimizi değiştirmeye çalışsak belki sorun da kökten çözülecek.
Ahlak, benim anladığım, bir nebze zeka, hatta yaratıcılık gerektiriyor. Kendi çelişkilerimizi görüp onları taşımaya tahammül edebilmeliyiz. Aksi takdirde "ahlakçı" oluruz.