Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

H Ç

İnsan akılcı bir hayvan değildir, düşüncelerini akıl kılıfına uyduran bir hayvandır. Robert Heinlein
Reklam
Normalde kötü bir binici bile, en azından atını kontrol edemediğinin farkındadır. Bizse at ne yaparsa yapsın ona tam da öyle davranması için emir verdiğine ikna olmuş bir biniciyiz. Dolayısıyla içgörü probleminin esası, bilincin görece ufak oluşundan çok aktif olarak kendini kandırma yeteneğinden kaynaklanıyor.
Neden Meryem Ana gibi "bakire anne" imgeleri bu kadar yaygın? Belki anneliği ve kadının "saflığını" kutsallaştıran topluluklar, istikrarlı ve kalabalık hale gelerek daha bireyci ve özgürlükçü komşularını yendiler. Bu sayede "anne" arketipini mümkün kılan zihinsel altyapıları sonraki nesillere aktarıldı. Keza şeytan inancı: Hem istenmeyen kişisel arzularımızın faturasını bir başkasına kesmemizi sağlıyor hem de toplumsal düzeni koruyor. Voltaire, "Tanrı olmasaydı onu icat etmek zorunda kalırdık," demişti. Aynısı neden şeytan için de geçerli olmasın? Kendine tanrılar ve şeytanlar yaratmayı becerebilenlerin torunları olabiliriz.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Düşüncelerimizin mevcut inançlarımızla tutarlı olmaları, çoğu zaman dış gerçeklikle uyuşmalarından bile daha önemlidir.
Aynadaki o suretin arında, neokorteksinizin hemen altında, sizden çok daha uzun süredir orada olan biri daha var. Afrika'nın çayırlarında hayatta kalmaya çalışırken bir anda kendini milyonluk metropollerde, marketten kalıp kalıp doymuş yağ alırken bulmuş bir zaman mültecisi. Buraya ait olmadığını bilse de elinde değil; liderlerin öyküleriyle coşuyor, hocaların ninnileriyle uyuyor, "ötekilerin" tehdidiyle kenetleniyor. En çok da korkuyor: Başka doğruların varlığından, yanılmaz tanrıların yokluğundan korkuyor. Giderek karmaşıklaşan bir dünyayı, giderek kısalan cümlelerle anlamak istiyor. Bilgi Çağı'nda cehaletin verdiği mutluluğu arıyor. Bunlardan biri gerçek diğeri sahte kimliğimiz değil, ikisi de biziz. Daha karşısındakiyle doğru düzgün konuşmasını öğrenemeden internet ile her yana bağlanmış, daha kendisini tanıyamadan uzayı keşfetmeye başlamış trajik yaratıklarız
Reklam
Enthusiasm kelime kökü ve Nitelik
"Girişkenlik" (gumption) sözcüğünü severim. Çünkü Nitelikle temasa geçen birinin ne olduğunu anlatır. O kişi girişkenleşir. Grekler buna "enthousiasmos" derlerdi, anlamı, "theos'la dolu", yani Tanrı'yla ya da Nitelikle.
Sanat - Teknoloji
Teknoloji yalnızca nesneleri yapmaktır ve nesneleri yapmak, doğası gereği çirkin bir şey olamaz; çünkü bu durumda, yine nesneleri yapan sanatlarda da güzelliğin var olması olanaksızdır. Aslında, teknolojinin kökünü oluşturan 'techne', sanat anlamına geliyordu. Antik Grekler kafalarında sanatı, imal etmekten ayırmamışlar, bu yüzden bunlar için ayrı sözcükler üretmemişler.
Sayfa 297Kitabı okudu
Schopenhauer Istırap ve Kurtuluş
Istırap ve kurtuluş için ilk adım, başkalarına zarar vermenin bir tür kendi kendini yaralama olduğubu kabul etmektir; çünkü istenç düzeyinde, zarar veren kişi ile ıstırabını çeken kişi birdir. Yalnızca fenomenler düzeyinde onları farklı algılarız. Bir kişi başka birine zarar verdiğinde, kendisine zarar verdiğinin farkında olmayan çılgın bir canavar gibi olduğunu farkederiz.
Yaşamı bir bütün olarak kavrama iddiası taşıyan felsefe ve sanat, kavrayışlarının yöneliminde ayrılırlar. Yaşam temsili, felsefede dilsel bir söylemle zihne, sanatta görsel ya da işitsel bir formla duyguya dökülür. İlki ikna etmeyi amaçlayan argümantasyona, ikincisi kışkırtmayı arzulayan alegoriye dayanır.
Reklam
Dünyanın en büyük aptalı güneşin parladığını söyleyebilir, ama bunu söyledi diye güneş kararmaz.
Sayfa 237Kitabı okudu
Boethius'a eleştiri
Hapiste işkenceyle ve neredeyse kesin idamla karşı karşıya oluşu, eski zenginliğine ve saygınlığına tekrar kavuşma umudunun olmayışı göz önüne alındığında, rasyonel faaliyeti her şeyin üstünde tutması şaşırtıcı mı? Anlamlı başka hiçbir şey kalmamıştır ona.
Felsefe bir tür kendi kendine yetme biçimidir, zihnin tesellisidir.
Eğitimsiz bir göz, dağa egoyu tatmin amacıyla tırmanma ile özgeci tırmanmayı aynı görür. Her iki tür tırmanıcı da bir ayağını ötekinin önüne atar. İkisi de aynı hızla soluk alıp verir. İkisi de yorulunca durur. İkisi de dinlenince devam eder. Oysa ne büyük fark vardır! Egocu tırmanıcı ayarsız bir alet gibidir. Ayağını ya çok çabuk ya da çok geç atar. Büyük olasılıkla, güneşin ağaçlar arasından geçişinin güzelliğini görmez. Adımlarının kötülüğü yorulduğunu gösterdiğinde durmaz. Yanlış zamanlarda dinlenir. Bir saniye önce bakıp da ileride ne olduğunu görmeye çalışır. Koşulların gerektirdiğinden ya çok daha hızlı ya da çok daha yavaş gider ve konuştuğunda hep başka bir yerden, başka bir şeyden söz eder. Burdadır, ama burda değildir. Burasını reddeder, onunla mutlu değildir, daha yukarılara çıkmak ister , ama oraya vardığında da aynı şekilde mutsuz olur; çünkü artık orası da "burası"dır. Aradığı, istediği şey çevresinde vardır, ama çevresinde olduğu için onu istemez. Her adımı hem fiziksel hem ruhsal bir efordur, çünkü amacının dışta ve uzakta olduğunu düşler. Şu an Chris'in sorunu da bu galiba.
Yalnızca, ilerdeki bir hedef için yaşamak, sığ bir şeydir. Yaşamı dağın tepesi değil, eğimleri ayakta tutar. Her şeyin büyüdüğü yerdir burası. Ama elbette, tepe olmadan eğimler de olmaz. Eğimleri tanımlayan tepedir. Devam ediyoruz... uzun bir yolumuz var... acelemiz yok... adım adım...
55 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.