Sadece merak ediyoruz ve sadece heves ediyoruz. Bu iki duygu arasında bütün hayal kırıklıklarımız. Adı ne aşk, ne sevda, ne hasret, ne heyecan, ne hayal, ne umut; adı yalnızca merak ve heves…Bilinmeyenin çekiciliği, bilindikten sonra gizemle beraber sönen heves. Bacaklarımızı titreten, kalbimizi ürperten, ulaşamazsak diye ödümüzü kopartan, gecemizi gündüzümüze, aklımızı gönlümüze gerçeğimizi hayale daldıran, büyük savaşlar da versek eninde sonunda bıkıp usandığımız, arkası gelmez heveslerimiz. Ne kadar bilinmezsen o kadar değerlisin. Hele bir bilin bakalım. Senin için can atan, gözünün içine bakan, şekilden şekile giren o budala sana nasıl da kör olacak. Ne gereği vardı bunca duygunun, ne gereği vardı sönecek hevesin adını afilli kelimelerle süslemenin, gözümüzde, gönlümüzde büyütüp dallandırıp budaklandırmanın, solacak çiçeklerle bezenmenin ne gereği vardı. İnsan, insana yalnızca merak ediyorum demeliydi. Merakımı dindirirsen sen, dindirmezsen ben ziyan olacağım demeliydi. Bu bir hastalık gibiydi ya da kural buydu, bilmiyorum. Belki de yalnızca insana bulaşan kimsenin kaçıp saklanamayacağı bir salgın. Bu salgında hepberaber hastalanacaksak, ne gereği vardı hiçbir şey olacak her şeyin…