Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Damla

Damla
@ddd789
520 okur puanı
Aralık 2019 tarihinde katıldı
Sabitlenmiş gönderi
Kaç dostum, yalnızlığına! Büyük adamların gürültüsünden serseme döndüğünü ve küçüklerin iğneleriyle sokulduğunu görüyorum senin. Orman ve kaya seninle birlikte saygıyla susmayı bilirler. O sevdiğin geniş dallı ağaca benze yine; sessizce ve dinleyerek asılı durur o, denizin üstünde.
Sayfa 45
Reklam
Zaten çiçekler onun umurunda bile değil. Onların çöp olduğunu düşünüyor ve hiçbirini birbirinden ayırt edemiyor. Böyle hissetmenin bir üstünlük olduğunu sanıyor. Beni umursamıyor, çiçekleri umursamıyor, akşamüzeri boyanan gökyüzünü umursamıyor. Tertemiz yağmur damlalarından korunmak için inşa ettiği kulübeler, patlattığı kavunlar, tattığı üzümler ve parmakladığı meyveler dışında tüm bunların nasıl meydana geldiğini anlamak için umursadığı bir şey var mıydı acaba?
Sayfa 31
Zekâ hiçbir şey değildir. Değerli olan, kalbin içindekilerdir. Seven bir kalbin yeterince zengin olduğunu, kalp olmadan zekânın beş para etmeyeceğini ona anlatabilmek isterdim.
Sayfa 22

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Hak ettiğimizi düşündüğümüzde küçücük bir şey bile bizi nasıl mutlu ediyor!
Sayfa 48
Gerçekten de suçluyum. Keşke bu kadar şakacı olmasa, bu kadar parlak fikirler saçmasaydım!
Sayfa 22
Reklam
Umarım konuşmaz; çünkü devamlı konuşuyor. Zavallı yaratığa çamur atıyormuşum gibi gelebilir ama niyetim bu değil. İnsan sesini daha önce hiç duymadığım için bu belli belirsiz yalnızlıklarımın ağırbaşlı sessizliğini bölen herhangi yeni ve yabancı ses kulaklarımı deliyor ve yanlış bir nota gibi duyuluyor.
Sayfa 10
Ben hiçbir şeye isim vermiyorum. Yeni yaratık ise önüne çıkan her şeye, benim itiraz etmeme fırsat bırakmadan bir isim veriyor. Üstelik bahanesi de her zaman aynı: Ona benziyor.
Sayfa 9
140 syf.
·
Puan vermedi
Jung
JungCarl Alfred Meier
7.2/10 · 42 okunma
Ruhbilimcilerin çoğu, kendi toplum yapılarını öylesine olağan, öylesine doğal görürler ki, bu topluma uyum sağlamayan herkese, daha az değerli damgasını vururlar. Öte yanda iyi uyum sağlamış kişi, insansal değer ölçütleri açısından, daha değerli kabul edilir. Normal ve nevrotik dediğimiz bu iki kavramı birbirinden ayıracak olursak, şu sonuca varırız: iyi uyum sağlamak anlamında normal olan kişi, insansal değerler açısından, nevrotik bir kişiden daha az sağlıklıdır. Çoğu kez kendisinden beklendiğini sandığı kişiliğe bürünmek için kendi benliğini feda etmek pahasına iyi uyum sağlamıştır. Ondaki gerçek bireysellik ve kendiliğindenlik yitirilmiş olabilir. Öte yanda nevrotik kişi, benlik savaşında tümüyle teslim olmaya hazır bulunmayan biri olarak öne çıkar. Bireysel benini koruma girişiminde başarılı olmamıştır kuşkusuz ve kendisini üretken olarak dile getirmek yerine, kurtuluşu nevrotik belirtilerde ve kendisini bir düşlem dünyasına çekmekte bulmuştur. Ama gene de, insansal değerler açısından, bireyselliğin tümüyle yitirmiş normal kişiden daha az kötürümdür.
Sayfa 152
Animus ve anima, büyük ölçüde sempati ve antipatiden sorumludur. İdeal imgeler olduklarından birbirlerine ölümcül bir şekilde çekim duyarlar; bu da sonunda söz konusu bireylerin tamamen hayal kırıklığına uğramasına neden olur. Yansıtma her zaman ilk görüşte yaşanır. Garip, eski bir tanışıklık hissi doğar; sanki bir zamanlar biri diğerini tanıyormuş gibi. Kötüsü, insanın gerçekliği görme yeteneği kaybolur; bu figürler herkesi ele geçirirler. Ancak bu noktada, bilincimizin hala tam olarak gelişmekte olduğu ve çevremizde her zaman bizden daha bilinçli veya daha az bilinçli bireylerin olacağı da unutulmamalıdır. Kendimizi veya başkalarını anlamayı bıraktığımızda, her zaman birtakım duygular üretiriz. Başka bir deyişle, duyguların hemen içinden geçtiği adaptasyon sistemimizde boşluklar oluşur ve duygular hüküm sürdüğünde anlaşmak olanaksızlaşır. Durum böyle olunca, araya umutsuzca yapılan tartışmalar girer ve önyargılarımızın kurbanı oluruz. Öyleyse, apriori yargıların tüm ağırlığından kurtulmak için tek bir kötü deneyim yeterlidir. Bunun aksine, tek bir iyi deneyim ile her şeyi gerçeklikten uzak, toz pembe bir ışıkta görebiliriz.
Sayfa 106
Reklam
İkiyüzlü bir dinginlik salık veriyorsun. İşin ucu sana dokununca sen sakin kalabiliyor musun peki? Hayır, yalan söylüyorsun. Kendini öfkeye kaptırıyorsun, dilinde soğuk hançerler dolanıyor, öç düşleri görüyorsun.
Sayfa 404
Tıpkı diğer metalarda olduğu gibi, bu insansal niteliklerin değerini biçen, hatta ve hatta, var olup olmadıklarını saptayan, pazarın ta kendisidir. Bir kişinin sunduğu nitelikler işe yaramıyorsa, bunların kullanım değeri yoksa, o insanın hiçbir niteliği yok demektir; tıpkı, kullanım değeri taşımasına karşın satılamayan bir metanın değersiz olması gibi. Dolayısıyla özgüven, “benliğini hissetme” başkalarının o kişi hakkında biçtiği değerin göstergesinden başka bir şey değildir. Pazardaki başarısı ne olursa olsun, başkaları tarafından sevilsin ya da sevilmesin, kendi değerini biçen, kişinin kendisi değildir. Aranıyorsa, bir kimsedir; başkaları ondan hoşlanmıyorsa, hiç kimse değildir. Kişinin kendisine değer vermesinin, “kişilik” in başarısına bağlı olması, çağımız insanı için popüler olmanın neden büyük bir önem taşıdığını açıklamaktadır.
Sayfa 134
İnsanoğlu, dünyasını kurmuştur, fabrikalar, evler kurmuştur, otomobiller, giysiler üretmekte tahıl ve meyve yetiştirmektedir. Ama kendi elleriyle ürettiği ürüne yabancı hale gelmiştir, artık inşa ettiği dünyanın efendisi değildir; tersine, bu kul yapısı dünya onun efendisi olmuştur, insan dünyanın önünde eğilmekte, elinden geldiği kadar onu mutlu etmeye, eğitmeye, düzeltmeye çalışmaktadır. Kendi elleriyle yaptığı şey, Tanrı’sı haline gelmiştir. Kişisel çıkarların peşinde gidiyor gibi görünse de gerçeklikte bütün benliği ve onunla birlikte bütün somut gizilgüçleri, kendi elleriyle inşa ettiği makinenin amaçlarına hizmet eden bir araç haline gelmiştir. Dünyanın merkezi olduğu yanılsamasını sürdürür ama gene de bir zamanlar atalarının Tanrı’ya karşı bilinçli olarak hissettiği duygu ile, yoğun bir önemsizlik ve güçsüzlük duygusu ile doludur.
Sayfa 132
Toplumlarda, kültürün özünü oluşturan öğe, o toplumda en güçlü olan grupların ruhu ya da düşünme biçimidir. Bunun nedeni, kısmen, bu grupların eğitim dizgesini, okulları, kiliseyi, basını, tiyatro-sinemayı denetleme ve böylece bütün bir nüfusa kendi fikirlerini benimsetme gücüne sahip olmasından kaynaklanmaktadır; üstelik, bu güçlü gruplar ünlü ve üstün konumda olduklarından, aşağı sınıflar onların değerlerine öykünmeye, bunları kabullenmeye ve kendilerini onlarla özdeşleştirmeye dünden hazırdırlar.
Sayfa 127
3.104 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.