"Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla."
Ben halkımın bağımsızlığı ve mutluluğu uğruna şerefimle bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz . Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm!
Nâzım Hikmet'in doğumunun uzerinden bir asırdan fazla süre geçti. Oysa siz de ben de biliyoruz ki Nâzım içimizde, yanı başımızda, durmadan kulağımıza bir şeyler fısıldıyor.
Bir zeytin ağacı gördüğümuzde onun dizelerini hatırlıyoruz. Zıplayan bir sincap gördüğümüzde de öyle... O dönemden beri vatanı sata sata bitiremeyenleri gördükçe içinizden, "Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ!"dizesini haykırmak geliyor.
En guzel denize henüz gidilmediğini biliyorsunuz. En guzel çocuğun henüz büyümediğini de.
...
Yeni doğan bir bebeği, "Hoş geldin bebek" diye karşılıyoruz. Kayın ağacı bize sürgünü hatirlatıyor; zeytin ağacı inatçı ihtiyarı. Bir de deniz kıyısında durmuş düşünen adam var: Bulut mu olsam, yosun mu, gemi mi, balık mı, diye sorup duran. Ona hep bir ağızdan, "Deniz olunmalı oğlum!"diye haykırıyoruz. Gideni ve gelmekte olanı anladığınız zaman " o müthiş bahtiyarlık"la kabarıyor göğsümüz.
Şilebezinden mintan giyiyoruz, ayakkabılarımız Anadolu yollarını aşındırıyor.
Bazen, "Akrep gibisin kardeşim!"diye kızıyoruz, söyleniyoruz. Arkasından bulutlu bir gökyüzünden sıyrılan güneşi görmüş gibi bir umuda kapılıyoruz. "O, topraktan öğrenip kitapsız bilendir" diyoruz.
...
Nâzım hâlâ büyük insanlığın türküsünü söylüyor; sekizinde iş gidip, yirmisinde evlenip, kırkında ölen ama "Umutsuz yaşanmıyor!"diyenlerin türküsünü.
...
Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.
Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa,
balık mı olsam,
yosun mu yoksa? ..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.