Dört elle sarıldığımız birçok kıymetlerin; uğrunda, sahici bir insan gibi kalbimiz ve kafamızla yaşamayı feda ettiğimiz binlerce sözde mühim şeylerin ne kadar kolay fırlatılıp atılabileceğini bana öğreten Yusuf! Benden de sana selam olsun…
Dünya aklı, insani olanı gözünde büyütüyor. Çıtayı olması gerekenden birkaç yüz kat daha yükseğe koyduğumuz için de zaten hep başarısız oluyoruz. Görüyorsak eğer, bakışımızı her yere ve her şeye yönelttiğimizde çıtayı hep çok yükseğe koyup başarısız olanları görüyoruz. Ama öte yandan diye düşünüyorum, çıtayı sürekli aşağıda tutarsak nereye varırız?
Y.A: Buna üzüldüm fakat sen de görüyorsun ki aklın yalnızca bir makineden ibaret, fazlası değil. Üzerinde yetkin yok, onun kendi üzerinde yetkisi yok. Ancak dışarıdan çalıştırılır. Yapısının kanunu öyle. Bu, tüm makinelerin kanunu.
G.A: Otomatik fikirlerden bir tanesini bile değiştirmem asla mümkün değil mi?
Y.A: Hayır. Bunu kendin değil, dış etkenler yapabilir.
G.A: Sadece dışarıdan olanlar, öyle mi?
Y.A: Evet. Sadece onlar.
G.A: Bu savunması imkansız bir görüş. Hatta, gülünç derecede imkansız diyebilirim.
Y.A: Böyle düşünmene sebep olan nedir?
G.A: Bunu yalnızca düşünmüyorum, aynı zamanda biliyorum. Farz et ki, kasten o fikri değiştirmek amacıyla belirli bir düşünce yolunda ilerlemeye, okumaya, çalışmaya başladım. Farz et ki bunu başardım da. Bu, dışarıdan gelen bir dürtünün işi sayılamaz o zaman. Projeyi ben başlattığım için tamamı bana ait ve kişisel.
Y.A: Zerresi bile senin değil. Benimle yaptığın bu konuşma sonucunda gelişti. Aksi takdirde aklına gelmezdi.
Hiçbir insan, bir şey oluşturamaz. Tüm düşünceleri, tüm dürtüleri dışarıdan gelir.
Özetlemek gerekirse; kalbindeki keskin acıdan kurtulma özgürlüğü satın aldı, vicdan azabının işkencesinden sıyrılma özgürlüğü satın aldı, tüm gece sürecek aralıksız uyku satın aldı… Hepsi de sadece yirmi beş sente!
Ada bir bakıma insanın dünyayla bağlantısının kesilmesi anlamına geliyordu, başlı başına bir dünyaydı… Belki de bir daha asla geri dönemeyeceği bir dünya…