O annemin, balkonunda yetiştirilen gülleriydi.
Gülleri, günlerine hebaydı.
Kimi yaprakları reçel oluverdi, kimi de yaprak sarması.
Bir kuşkudur ki, o kuşkuların tadıdır en güzel olan lezzeti.
Ah dünyaya yeniden gelmek olsa gerek.!
Fakat hiçbir şeyden mahrum kalmadan, dünya lezzetini tatmak için.
Doğuştan gelen bir kusurumuz var; hepimiz mutlu olmak için dünyaya geldiğimizi sanıyoruz. Bu kusurumuzu gidermedikçe, dünya gözümüze çelişkilerle dolu bir yer görünecektir. Çünkü her adımımızda, ister büyük ister küçük bir şey yapmış olalım, dünyanın ve insan hayatının, mutlu bir yaşam sürdürmeye olanak verecek biçimde tasarlanmadığını anlayacağız. İşte bu yüzden bütün yaşlıların yüzlerinde aynı ifadeyi, yani düş kırıklığını görmek mümkündür.
Bahar geldiğini zannederek çiçek açan kayısı ağacının bir hafta sonra soğuk yiyip çiçeklerinin dökülmesi insanın dünyaya kanıp sonunu hesap edememesinin acı taksimidir.
Doğduğumuzda, bu dünyaya geldiğimizde, sanki ömür boyu sürecek bir sözleşme imzalamış gibi oluruz, fakat günün birinde, bunu benim adıma kim imzaladı, diye sorabiliriz, ben bu soruyu kendime sordum,…”
-Jose Saramago
Vücud ve iç
Beden formuna ben dediği an.
Kendini yaşamdan ayırdı insan.
Vücudun yerine denilir mekan.
Form yaranmasına söylenir zaman.
Cisime göredir zaman ve mekan.
O,yoksa ne yer var,ne de ki,zaman.
Seni dağladılar, değil mi kalbim,
Her yanın, içi su dolu kabarcık.
Bulunmaz bu halden anlar bir ilim;
Akıl yırtık çuval, sökük dağarcık.
Sensin gökten gelen oklara hedef;
Oyası ateşle işlenen gergef.
Çekme üç beş günlük dünyaya esef!
Dayan kalbim üç beş nefes kadarcık!
NECİP FAZIL KISAKÜREK
Düşmüşüm senin derdine,
Uymalısın her ahdine,
İsyan etmek ne haddine,
Kim ne yaparsa kendine…
Sırları ortaya serme,
Haram olana el sürme,
Kimseyi hor görüp yerme,