Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Budala
Dostoyevski Budala romanında der ki; "Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir." 1868 yılında romanında yaptığı bu toplum eleştirisi günümüz için de ne kadar geçerli değil mi? Düşünce, üretim pek çoğumuzun umurunda değil, idealler ve prensipler ise yok olmaya yüz tutmuş durumda. Umut yeşerten birinin ağaç dikmesi bile alay konusu oluyor: "Yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın?" Oysaki o iki fidan, umutsuzluktan kaçıp, gölgesinde serinleyebileceğimiz koca bir ormana dönüşebilir. Kaldı ki ağacı diken kişinin odağı, ağaçtan toplayacağı meyvede değil, bunların çok ötesinde kolektif bir fayda oluşturmaktır. Ve bu öyle bilgece bir tutum gerektirir ki, anlaşılmaması normaldir. Birileri yüzyıl sonrası için adımlar atarken, çoğu kimse günü bitirme, tüketme derdinde. Artıların eksilere rağmen ayakta kalışına şahitlik ettiğimiz bu dönemde sizce biz ne taraftayız; Tüketen, eleştiren, bireysel fayda odaklı mı? Kolektif fayda üretme odaklı mı? Bugün bunları düşünsek mi ne dersiniz? Bence dünyaya, bu kadarını borçluyuz. Görsel: Facebook/Nazım Hikmet Sözleri #Dostoyevski #Budala #Sıradanlık #Gelecek #Farkındalık
"Dünyaya meyletme kalbim."
Reklam
Günün birinde ya çıldıracağız, ya dünyaya hâkim olacağız.
Starboktaki demlenen .......bundan ibret alır mı
Dünyanın en prestijli üniversitelerinden Harvard'ı Birincilikle bitiren öğrenci, okulun verdiği ödülü reddetti. Gerekçesi ne? "Çünkü siz, soykırımı destekliyorsunuz." Evet, Gazze izzet ve onur mektebi. Özgürlük ve cesaret aşılıyor tüm dünyaya.
🪶• Albert Camus: "Kendimi yengeç gibi hissediyorum Simone." Simone de Beauvoir: "Sebebi nedir?" Albert Camus: "Yengeçler denizde yaşar ama yüzemez. Ben de nefes alabiliyorum ama dünyaya bir türlü ayak uyduramadım sanırım."
Kendisini çevreleyen kaba saba dünyaya kar­şı tek bir silahı vardı çünkü; belediye kitaplığından aldığı kitaplar, her şeyden önce de romanlar.
Sayfa 58 - CanKitabı okuyor
Reklam
Dünyaya bakış şeklinin nedeni sensin ve dolayısıyla kendine, kendi hikayeni anlatarak kurban karekterini yaratan da sensin.
Bugün dinleyin. Sizin aracılığınızla dünyaya yansıyacak olan Sesi duyacaksınız. Mucizeleri getiren, onları önce sizin almanızı istiyor, böylece aldığınızın mutlu vericisi olabileceksiniz. Kurtuluş böyle başlar ve biter. Her şey tamamen sizin olunca ve verilecek her şey verilince, sonsuza kadar sizin olan size dönmüş olur. Ders öğrenilmiştir. Bugün vermek üzerine çalışacağız ancak bu sizin şu anda algıladığınız şekilde değil, gerçekte olduğu şekliyle öğrenilecektir. Her saat yapılacak olan egzersizler aydınlanmanız için yapacağınız çağrıyla başlayacaktır: “Sükunet içinde olacağım ve hakikati dinleyeceğim. Almak ve vermek ne anlama gelir?”
Sayfa 106
Din Tüccarı Bel’am
Kur'ân-ı Kerîm, dünyevîleşmenin ilim cephesinin baş aktörü olarak adı açıklanmayan bir din tüccarından bahseder. Din tüccarının hali, içi hazine dolu olan bir evi verip çadır alan adam gibidir. Bu adamların her devirde olması ve her din tüccarına uyması için Kur'ân-ı Kerîm, onun kim olduğunu tasrih etmez; lâkin temel özelliği ise dini verip dünyayı alması, bâkî olanı verip fânî olana talip olmasıdır: "Onlara (Yahudilere), kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın kendisine tâbi kıldığı ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku. Dileseydik elbette onu bu ayetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer, üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. " (A’raf, 176-177)
Bu nefs ile dünyâ fâni bu dünyâya gelen hanı Aldattın ey dünyâ beni işlerden bezer oldum
Reklam
Karun
İslâm'da çalışmak "ma'rûf, başkasının avucuna bakmak ise "münker" dir. Her Müslüman takati nisbetinde çalışmak ve yeryüzünü imar etmekle mükelleftir. Bunu yaparken ne dünyadan ahirete ne de ahiretten dünyaya pay verecek; dünyayı da ihmal etmeyecek, ahiretini de dünyasına kurban vermeyecek. Dünyevileşmenin servet cephesindeki baş aktörü Hz. Musa'nın milletinden olan Kârûndur. Kârûn, güçlü kuvvetli bir kadronun anahtarlarını zor taşıdığı bir hazineye sahipti. Hazine ona ahireti ve Allah'ın ihsan edişini unutturdu, "Bu serveti sahip olduğum bilgi sayesinde elde ettim." dedi. "İhtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: 'Keşke Kârûna verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı! dedi. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise: 'Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allahın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir? dedi." (Kasas, 78) Kârûn, mala sahip olunca her şeyin sahibi olan Allahı unutup dünyevileşenlerin idolü oldu. Çağdaşı olan ehl-i dünya, ilim sahiplerinin ikazlarına kulak tıkayıp ona baktı, onun gibi olmak istedi. Ne var ki bu hikaye çok sürmedi, yer ve göklerin sahibi olan Allah takdir buyurduğu bir zamanda Kârûn'u ve evini barkını yerin dibine geçirdi. Büyük bir kadronun hazinelerinin anahtarlarını taşımakta zorlandığı kapitalistin hikayesi yere gömülmekle son buldu. Servetini fukaranın sevinme vesilesi yapmayan hangi zengini, malı ölümsüzleştirebildi? Enkazdan başka Kârûnlardan geriye ne kaldı?!
Sayfa 28
Dünyevileşmenin Üç Atlısı
İblise aldananlar, dünyaya cennetten düştüklerini, asıl vatanın da cennet olduğunu idrak etmekten mahrum yaşar. Her bir aldanan farklı bir sebeple dünyevîleşir. Firavun iktidarla, Kârûn servetle, Bel'am da ilimle ukbâyı unutup dünyaya gömülür. Kur'ân-ı Kerîm dünyevîleşmeyi bu üç şahıs üzerinden tasvir eder. Bunların en tahripkârı Firavunlaşmadır, bu yüzden Kur'ân-ı Kerîm'de pek çok yerde farklı vurgularla Firavundan bahsedilir.
Sayfa 25
Kadir Gecesi dünyaya teşrif eden melekler, dünyevîleşen insanı değil; ruhuyla yücelen Müslümanı muhatap alır ve onu selamlar.
Sayfa 22
Şair dünyaya tepeden baktığında Tanrı'nın ne gördüğünü ve gördüğünün güzel olduğunu bilmek ister; Tanrı'nın gördüğü şeylerin farklı parçaları arasındaki bağıntıların soyut mantıksal niteliklerini veren formülle tatmin olamaz. Fakat bilimsel düşünce bundan farklıdır. O esasen güç veren düşüncedir, yani amacı bilinçli ve bilinçsiz olarak sahibine güç katmak olan bir düşüncedir. Güç nedensel bir kavramdır ve herhangi bir madde üzerinde güç elde etmek için kişinin yalnızca o maddenin tabi olduğu nedensellik yasalarını anlaması gerekir. Bu temelde soyut bir meseledir ve amacımızı ilgisiz ayrıntılardan ne kadar çok arındırabilirsek, düşüncelerimiz de o kadar güçlenecektir. Benzer bir şey iktisat alanında da örneklenebilir. Çiftliğinin her yerini karış karış bilen bir çiftçi buğdayla ilgili somut bir bilgiye sahiptir ve çok az para kazanır; onun buğdayını taşıyan demiryolu buğdayı daha soyut bir şekilde görür ve daha fazla para kazanır; buğdayı yalnızca borsada değeri inip çıkabilecek bir şey olarak tamamen soyut bir açıdan gören borsa simsarı, kendi çapında fizikçi kadar somut gerçeklikten uzaktır ve iktisadi çerçevede bu konuyla ilgili olan herkes içinde en fazla parayı ve en fazla gücü elde eden kişidir. Bilimde de durum böyledir, gerçi bilimcilerin elde etmeye çalıştığı güç, borsada aranılandan çok daha uzak ve gayrişahsidir.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.