Belki de insan ne kadar susuyorsa kendini iyi hissettiğinde o kadar konuşuyor. Yeter ki bir kapı açılsın önünde."
İyi hissetmek içinde bulunduğumuz an ve mekandan ibaret değil mi aslında. Konuşmak gerçekten bizi yürekten anlayan olduğunda yapmak istediğimiz bir eylem değil mi? İnsan konuşmadan da anlaşabiliyor oysa yeter ki gerçekten anlaşılabilsin. Ve insan kendini ne kadar ait hissediyorsa o kadar hayatın içinde aslında. Taş sektirme ustasının da kendini yaşadığı topluma ait hissedememesi tam da bu sebepten değil mi...
Kitabın satır aralarında kendimize yontacağımız o kadar çok alt düşünce var ki. Hayatlarımıza totaliter rejimin etkisi, toplum baskısı, tek düze yaşanmışlıklar, yapılmış olsun diye yapılan sohbetler, rutine alınmış günler, rutinin dışına çıkana yapılan yaftalamalar.
"Usta" olmak her kişinin harcı değil belki de... Çünkü usta olmak öteki olmayı gerektirir . Velhasılı öteki olmak tıpkı tutunamayan Selim ve Turgut Özben gibi, bu dünyaya ait olmadığı halde bu ağrı ile yaşamaya çalışan Mürşit gibi, kendini lüzumsuz hisseden Oblomov gibi, ümitsizlikten ağlayan Nietzsche gibi, toplumdan kaçıp kendini taş sektirmeye adayan usta gibi olmayı gerektirir.
Sorun toplumda mıydı kişilerde mi? Yoksa hayat aslında yaşamak isteyip yaşayamadıklarımızdan mı ibaretti. Yaşamın döngüsünü sorgulamamızı sağlayan kitaplar serisine güzel bir kitap daha eklenmiş.
Yüreğine sağlık Resul Bulama, kendi adıma güzel bir yolculuktu satır aralarında gezinmek. Kaleminiz daim olsun.