Sevgili çizgilerim benim, sevgili kırışıklıklarım, sizi ne kadar seviyorum... Siz bana ne çok şey öğrettiniz... Siz beni ne kadar çok seviyorsunuz... Siz benim mutluluğum, siz benim savaşım, siz benim mutsuzluğum, siz benim acılarım, siz benim özgürlüğümsünüz... Sevgili, ince, küçük, zarif çizgilerim... Dostlarım. Siz olmasanız ben ne yapardım? Siz benim kararlılığım, siz benim gücümsünüz. Sizi oluşturana dek neler yaşadım... neler çektim... nasıl savaştım ben... ve size böyle anlayışla, mutlulukla bakabilmek için... ne çok uğraştım.
Masallar, masallar... Pamuk prensesli, Külkedili masallar... Başında kurdelesi, uzun kirpikleriyle prenslerini bekleyen kızlar... Ve prensler... Romanlar, öyküler... Biri kız biri oğlan iki çocuklu aileler... Mutfakta kek pişiren mutlu anneler, evrak çantalı otomobilli babalar...
Fügen’ler, Günse’liler.... Şişko bedenleriyle, saçı başı dağılmış çocuk peşinde koşan kadınlar, evrak çantalı kocalar, yüzü gözü morarmış kadınlar, çılgın sevişmeler, karşılıklı orgazmlar....
Masallar, Romanlar... Filmler... Dört duvar arasında mutluluk simgesi kadınlar, donuk bakışlı, gülümsemesiz babalar...
Evlilik mi bir evin yuva olmasını sağlayan şey? Dört duvar arasına tıkılmış, birbirine yabancılaşmış, konuşulacak konusu kalmamış iki insanın birlikteliği mi yuva? Burası bir yuva değil, pansiyon.
Balayı odalarında çarşaflar naylonlu, kızlar bu odalara kapatılıp kapatılıp, kadın yapılıyor. Durmadan, sürekli, fabrika gibi. Balayı odalarında çarşaflar naylon kaplı, akan kan şilteye geçmesin diye... Kızlar kanlarını sevdikleri erkek için akıtıyorlar, kızlar kanlarını bir ömür boyu bile olsa, kendilerini alacak erkeklerine saklıyorlar. “Balayı odalarının naylon kaplı çarşafları üzerinde kızlar, acılar içinde, üç dakika içinde sıkı sıkı sakladıkları namuslarını büyük bir namusluluk içinde verip, acılar içinde, kocalarının boynuna sarılıp uyuyorlar. “
“Bir düzen kurmuşum, deliler gibi savaşmış, çılgınlar gibi çalışmışım. Çok ama çok zor elde etmişim pek çok şeyi. Aylarca uğraşıp yaptığın bir resmin yırtılması gibi kurduğun binanın çökmesi gibi büyüttüğün çiçeğin susuzluktan kuruması gibi elime bir silgi alıp silemem her şeyi, silemem.”
Bana bak, bana emredip durma, ben senin cariyen değilim, senin kadar çalışıyorum, sana yakın para kazanıyorum, senin kadar eğitimliyim, sen kendini ne sanıyorsun da beni kendine hizmet ettirtip duruyorsun... Senin benden ne üstünlüğün var ha ne üstünlüğün...
Arkadaşlarımın babaları oğullarına sürekli “Erkekler ağlamaz” diyorlar; bunu dediklerine göre ağlamak doğru değil. Peki ama ağlamak iyi bir şey değilse neden kızlara yasak değil?