Ama gelecek, mutlaka, ruh taşlaşmadıysa eğer, her günahın gömüldüğü derinlikten çıkacağı bir an gelir.
.
Bu yüzden ev neşesiz, tatsız, bunaltıcıydı ama havasında bu bunaltıya uymayan, şaşırtıcı bir yaşama inadı vardı. Mürşit bu inadı fazla ısrarlı, hatta gereksiz buluyordu. Gerçi yaşamayıp ne yapılacağını da bilmiyordu, bunu pek düşünmek
“Fakültedeyken, o gazeteyi gördüğümde utanmalıydım,” dedi. “Merak etmeliydim, ne oldu, niye oldu diye. Yapmadım. Eğlenmeyi seçtim.”
“Herkes gibi.”
“Ama nasıl unutabildi herkes? Bunu, öncekileri, sonrakileri. Nasıl hiç yaşanmamış gibi devam edebilirler?”
“Senin dediğin gibi. Duygusal taşlaşma çağı.”
“Ama bir bedeli olmalı bu taşlaşmanın.”
“Var,” dedi Mürşit “lanetlendik.”
Kimse bu günahları sahiplenmiyordu. Ortada bırakılmış, sahipsiz günahlara kimse aldırmıyordu. Polis kurbanların anısına karanfil bırakmak isteyenlere geçit vermiyordu. Çıplak ölü kız çocuğunun ruhu tepelerinde haykırıyordu, ama dünyanın kendi çevresinde dönüşünün gürültüsü öyle yüksekti ki, kız çocuğunu kimse duymuyordu.
“Çürüyoruz,” dedi Madenci. “Ruhumuz taşlaştı, ama bedenimiz çürüyor. Öyle ya da böyle, daha toprağa girmeden çürüyoruz. İğrenciz, kokuyoruz.”
"Ama nasıl unutabildi herkes? Bunu, öncekileri, sonrakileri. Nasıl hiç yaşanmamış gibi devam edebilirler?.
Senin dediğin gibi. Duygusal taşlaşma çağı."