Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Zozan Şavluk

Zozan Şavluk
@eerleichda
wu wei
85 okur puanı
Aralık 2019 tarihinde katıldı
Her sevgili, her şeyden önce bir yokluğu sever. Yokluk, hiyerarşik sırada varlıktan önce gelir. Varlık yokluğun özel bir durumudur sadece. Varlık belli bir süre devam eden bir sanrıdır. Ama acımızı asla hafifletmez. ...Ister dünya bir sanrı olsun ister zihin bir sanrı olsun, ister her şey geri dönsün ister sadece bir kez yaşansın, acı aynı kalır. Doğası ne olursa olsun, acı çeken, sanrının bir parçasıdır. O halde ayrım nerede? Şurada: Acı çekenin içinde, acı çekene bakan biri olup olmamasında.
Reklam
Hiçbir şey zihni dışarıdaki bir varoluş kadar, ona direnen ve boyun eğmeyen bir dış dünya kadar büyüleyemez. Kendi mutlak kudreti, her şeyi her şeye bağlamak ve her şeyle özdeşleştirmek konusundaki yeteneği ile şımarmış olan zihin, en azından dünya kadar bir engele ihtiyaç duyar ve onu arzular. Bu engelin peşine düşmek, onun içine girmek: bu heyecanlı ve yüceltici bir meydan okuma olabilirdi. Bu bir ceylan avıydi ve asla bitmemiştir.
Ama Swann kendine dert icat etmeyi bilmiyordu. Üzüntüleri, kendisine dışarıdan gelmiş olan bir acının hatırasından, devamından ibaretti

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
insanlarla genelde o kadar ilgilenmeyiz ki, bize bunca acı ve mutluluk verebilme gücünü bir kişiye yüklediğimizde, o kişi başka bir dünyaya aitmiş gibi görünür gözümüze, bir şiirsellikle sarmalanır ve hayatımızı, kendisinin az çok yakınımızda bulunacağı, heyecan dolu bir akış haline getirir.
ara sıra bizi yalayıp geçen bu şiddetli heyecan rüzgârı, aşkın oluşturulma yöntemleri, kutsal hastalığın yayılma biçimleri arasında en etkili olanlarından biridir. bu durumda ok yaydan çıkar, o sırada birlikte olmaktan hoşlandığımız kişi kimse, âşık olacağımız kişi de odur. bu kişiyi o âna kadar başkalarından fazla,hatta onlar kadar beğenmiş olmamız bile gerekmez. önemli olan, insana düşkünlüğümüzün, başka herkesi dışlamasıdır. bu koşul da, –o kişinin eksikliğini hissettiğimiz anda– onun cazibesinin bize yaşattığı hazlarını arayışı, yerini ansızın, yine aynı kişiyi hedef alan, kaygılı bir ihtiyaca bıraktığında, yerine getirilmiş olur; bu âlemin yasaları gereği, bu saçma ihtiyacın giderilmesi imkânsız, tedavisi de zordur: bu mantığa aykırı,ıstıraplı ihtiyaç, ona sahip olma ihtiyacıdır.
Reklam
Swann artık bu tebessümde bir düş kırıklığı görür gibi oluyordu. Sanki cumlecik, yolunu gösterdiği mutluluğun geçici ve boş olduğunu biliyordu.O uçarı zarafetinde,acının ardından gelen ilgisizlik gibi, geçip gitmiş bir şey vardı.
gerçek bir kişinin mutluluğunun veya bahtsızlığının bize yaşattığı bütün duygular, bu mutluluğun veya bahtsızlığın sureti aracılığıyla ortaya çıkar ancak, tarihteki ilk roman yazarının yaratıcılığı, duygu mekanizmamızda zorunlu tek unsurun bu suret olduğunu ve dolayısıyla, gerçek kişileri ortadan kaldırıvermekten ibaret bir sadeleştirmenin belirleyici bir gelişme ola- cağını anlamaktı. Gerçek bir insan, kendisiyle ne kadar derin bir yakınlık kursak da, büyük ölçüde duyularımız tarafından algılanır, yani saydam değildir, duyarlılığımıza taşıyamayacağı bir yük bindirir. Başına bir felaket geldiğinde, ona ilişkin kafamızda taşıdığımız bütünsel kavramın ancak küçük bir bölümû çerçevesinde duygulanabiliriz, dahası, o da kendisine ilişkin bütünsel kavramının ancak bir bölümü çerçevesinde duygulanabilir.
Zihnim de dışarıda olup bitenleri seyrederken bile içine gömüldüğüm bir başka yuvaydı. Dışarıdaki bir nesneyi görduğümde, gördüğümün bilinci nesneyle arama girer, etrafını maddesine doğrudan dokunmamı engelleyen ince bir manevi şeritle kuşatırdı, tıpkı ıslak bir nesneye yaklaştırılan akkor halindeki bir cismin önünde daima bir buharlaşma kuşağı oluşturarak ıslaklığa değmediği gibi, gördüğüm nesnenin maddesi de ben onunla temas etmeden adeta buharlaşırdı. Kitap okurken, bilincim birbirinden farklı durumların hepsini aynı anda, adeta alacalı bir ekranda sergilerdi, benliğimin en ücra köşelerine gizlenmiş özlemlerden bahçenin sonunda gördüğüm, tamamen dışsal olan ufuk çizgisine kadar uzanan bu farklı durumlar arasında en öncelikli, en çok bana ait olanı, hareket halindeki bir kontrol düğmesi gibi her şeyi yöneten güdü, okumakta olduğum kitabın felsefi zenginliğine, güzelliğine olan inancım ve hangi kitabı okuyor olursam olayım, bu zenginliği, bu güzelliği kendime mal etme isteğimdi.
Any where out of the world
Bu yaşam her hastası yatak değiştirme saplantısına kapılmış bir hastanedir. Kimi soba karşısında çekmek ister acısını, kimi pencere yanında iyileşeceğine inanır. Bana da hep bulunmadığım yerde rahat ederim gibi gelir, ruhumla durmadan tartıştığım bir sorundur bu göç sorunu.
La Bruyère bir yerlerde, "Yalnız olamamanın büyük mutsuzluğu!" der, kendi kendilerine katlanamamaktan korkarak kalabalıkta kendilerini unutmaya koşanları uyandırmak ister sanki. Bir başka bilge, yanılmıyorsam Pascal, "Nerdeyse tüm mutsuzluklarımız odamızda kalmayı bilememiş olmamızdan geliyor başımıza," der,
Reklam
Her insan kendine yetecek ölçüde afyon taşır içinde, durmamacasına yenilenen bir afyon. Hem doğumdan ölüme dek, olumlu ergiyle, başarılı ve kararlı eylemle dolmuş kaç saatimiz var ki? Aklımın çizdiği bu tabloda, sana benzeyen bu tabloda yaşayacak mıyız bir gün, bir gün bu tabloya geçecek miyiz?
Deneyimli bir göz hiç aldanmaz bu konuda. Bu katı ya da yıkık çizgilerden, bu çökük, donuk ya da çarpışmanın son parıltılarıyla parlak gözlerden, bu derin, sayısız kırışıklardan, bu öylesine ağır ve sarsak yürüyüşlerden, aldanmış aşkın, değeri bilinmemiş bağlılığın, ödülsüz kalmış çabaların, sessizce, alçakgönüllülükle katlanılan açlık ve soğuğun sayısız söylencelerini çıkarıverirler hemen.
Gene de bir şey bekliyordum sanki; bıkmadan, yorulmadan bekliyordum. lyi mi kötü mü, hüzünlü mü sevinçli mi olduğunu bilmediğim o şey her gün biraz daha benden uzaklaşıyordu. Üstelik ne soğuğa ne o beklediğim şeye önem veriyordum. Hiçbir şeyin özlemi yoktu içimde. İçimde özleme, umuda ya da umutsuzluğa, sevince, acıya yer yoktu
Yirminci yüzyılın neden böyle haşin, kasvetli ve kıyıcı olduğunu, sevinçsiz ve doyumsuz olduğunu hiç düşündün mü?" diye sürdürdü konuşmasını, göğüsten gelen, hırıltılı, boğuk sesiyle. "İnsanlar karşılarında duvarlar göre göre dar görüşlü oldular da ondan. Bu yüzden düş kurmayı unuttular. Düşleri olmayan insanların kaba gerçeklere sığınmaktan ya da birtakım kabalıkları gerçek sanmaktan başka çareleri yoktur. Senin düşlerin var mı." ..."Yoktur değil mi? Buraya düşlerini aramaya mı geldin yoksa?.. Söylesene neden geldin Kurfallıya?" Bir süre denizi, yağmuru ya da ufku seyretti. "Mutsuzluğunu unutmaya mı? Birinin, bir şeyin ansızın seni mutlu edebileceği sanısına mı kapılmıştın? Şöyle apansız bir esinlenişle... Kaçmak iyi gelir diye düşünülür kimi zaman. Ama kimse hiçbir yere kaçamaz."
"İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir."
320 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.