İnsanlar sadece kendi hayatları için kaygılandıkları, kendilerini kolladıkları için yaşar sanırdım, oysa onları yaşatan tek şey sevgiymiş. Seven insan Tanrı’nın, Tanrı da onun içindedir, çünkü Tanrı sevgidir.
Anladım ki Tanrı insanların ayrı yaşamasını istemiyor; bu yüzden tek tek neye ihtiyaçları olduğunu açık etmiyor. Beraber yaşamalarını istediğinden hepsine kendileri ve diğerlerinin neye ihtiyacı olduğunu gösteriyor.
“İnsan niçin yaşadığını bilmezse günü gününe yaşamakla kalıyor; günün geçmesini, gecenin gelmesini beklemekten başka zevki olmuyor. Bugün nasıl yaşadım, sorusuna cevap vermeden uykuya dalıyor, ertesi gün gene aynı hayat.”
“İnsan hayatının normal amacı dört mevsimde de, yani hayatın dört çağında da fazla hoplayıp zıplamadan yaşamak ve son güne kadar hayat kadehinin hiçbir damlasını israf etmemektir: Ağır ağır yanan bir ateş, ne kadar şairane olursa olsun şiddetli bir yangından daha iyidir.”
En çok korktuğu şey hayaldi. Bu ikiyüzlü yol arkadaşı, bir bakıma dost, bir bakıma düşman; inanmadığın zaman dost, tatlı akışına kapılıp gittiğin zaman düşman.
Bir su misalidir insan. Gidenlerin ardı sıra boşluğa savrulan… Ne kavuşmaya mecali vardır ne de geri dönmek gibi bir meziyeti. İşte tüm bu tuhaf çırpınışın timsalidir, adına “hayat” dedikleri.
Günden güne benliğimiz ölüyor, kimliğimiz ve dış görünüşümüz yok oluyor. Uyuşturulduğumuz için her şeye razı geliyoruz. Acı çekmekten bile korkar olduk. Güzel duyguları kaybetme pahasına korkak… Bu hastalığın tıp diline geçmeyen adı ise ‘medeniyet!’
Biz yeryüzünün karanlıkta kalan yüzüydük yahut en modern şehirlerin kuytu sokaklarıydık. Bu yüzden ne zaman gün ışığı yüzümüze vursa istemsizce gözlerimizi kısıyorduk.
Toplumda kadınlar geleneksel olarak özel olanla (ev, aile, ev işi, süregelen işler) bağdaştırılırken erkeklerin oyun alanı açık alanlar, dış dünya olmuştu.
“Ben buradayım,” diye geçirdi içinden.
Bu çok büyük ve güçlü bir düşünceydi.
O anda var olduğunu keşfetmişti.
Hayatı boyunca hep bu anı hatırlayacaktı.
Kitaplarda rastladığımız karakterler, cümleler ve kelimeler bizi olduğumuz yerden olmak istediğimiz yere götüren köprüler gibidirler ve çoğu zaman da eski biz ile yeni bizi birbirine bağlarlar.