Kadınlar tarafından kaleme alınmış tek bir oyunun bile olmadığı raflara bakarken, yazmış olsalardı bile bunlar imzasız olurdu, diye düşündüm. Böyle bir yönteme sığınmış olmaları çok doğaldı. Onları on dokuzuncu yüzyıl gibi oldukça geç dönemlere kadar isimsiz kalmaya mecbur eden şey, işte bu iffet algısının bahşettiği kutsal bir armağandı. Yazdıklarından da anlayabildiğimiz üzere, bu kadınlar içsel çatışmaların kurbanıydılar ve Currer Bell, George Eliot ve George Sand gibi erkek isimleri kullanarak beceriksizce kendilerini gizlemeye çalışmışlardı. Bunun sonucu olarak da, bir kadının alenen tanınıyor olmasının iğrenç bir şey olduğunu öngören (hakkında çok konuşulan bir erkek olan Perikles'e göre, bir kadının en büyük şanı, kendisi hakkında konuşulmamasından gelmektedir) ve bizzat karşı cins tarafından aşılanmasa da, onlar tarafından şiddetle teşvik edilen bir geleneğe biat etmişlerdir.
Eliot'a göre yaratıcı hayal gücü egoizmin tersidir. Bizi kendi içimizde kısılı kalmaktan kurtarıp başkalarının iç dünyalarına girmemize imkân tanır. Dolayısıyla sanat, etiğe çok yakındır.
Modernistler karakter yaratmanın Viktorya sonrası döneme uygun yeni yollarını arıyorlardı. Bir kişi olma hissi Franz Kafka için George Eliot için olduğundan çok daha farklıydı.