Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Eray Erdoğan

Bir gün Çankaya'da Mussolini'nin elçisi, ülkesinin Antalya bölgesi üzerinde yeniden öne sürdüğü isteklerden söz etmişti. Gazi, onu hiçbir şey söylemeden dinledi. Sonra birkaç dakika izin isteyerek odadan çıktı. Döndüğü vakit, Cumhuriyet'in ilanından beri ilk olarak, sırtına mareşal üniformasını giymişti. Ses çıkarmadan yerine oturdu ve, "Şimdi devam edin lütfen," dedi. Susma sırası büyükelçiye gelmişti.
Sayfa 531 - Altın KitaplarKitabı okudu
Reklam
"Ölülerden yardım dilemek, uygar bir toplum için lekedir. Bugün bilim, teknik ve bütün yaygınlığıyla aydınlatıcı uygarlık karşısında filan ya da falan şeyhin öğütleri ile maddi ve manevi mutluluk arayacak kadar ilkel insanların uygar Türk toplumunda bulunabileceğini asla kabul etmiyorum. Efendiler ve ey millet, iyi biliriz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar ülkesi olamaz. En doğru ve gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın istediğini ve buyurduğunu yapmak, insan olmak için yeterlidir. Tarikat reisleri, bu dediğim gerçeği bütün açıklığıyla kavrayacak ve kendiliklerinden derhal tekkelerini kapatacak, müritlerinin artık büyüyüp akıllandıklarını elbette kabul edeceklerdir."
Sayfa 482 - Altın KitaplarKitabı okudu
Toplantıda kadınlar erkeklerden daha çoktu. Gazi, onlara, "Siz bizim hesabımıza eğitim savaşını kazanın, memlekete bizden fazla hizmet etmiş olursunuz," dedi. "Sizi bu savaşa çağırıyorum." Erkeklere de, "Şu andan başlayarak kadınlarımız ülkenin toplumsal yaşamına katılmayacak olurlarsa hiçbir zaman tam anlamıyla gelişemeyiz," dedi. "Sonuna kadar geri kalır, Batı uygarlığıyla hiçbir şekilde boy ölçüşemeyiz." Sonra el kol hareketleriyle pekiştirerek sözlerini şöyle bitirdi: "Eğer çağdaş yaşayışa ayak uydurmak, onun yüklediği zorunlulukları kabul etmek istemezseniz, bütün bu yaptıklarımız hiçbir işe yaramayacaktır. Köhne geleneklere sımsıkı yapışıp durursanız, cüzamlılar, paryalar gibi yapayalnız kalırsınız. Kişiliğinizi koruyun; ama Batı'dan da, ileri bir millete gerekli olan şeyleri alın. Yaşayışınızı, bilime ve yeni düşüncelere uydurun. Siz bunu yapamazsanız, günün birinde onlar sizi yutar."
Sayfa 405 - Altın KitaplarKitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Mustafa Kemal ertesi gün, ordunun ardından şehre girecekti. Bu akşam -daha sonra Kemalpaşa adını alacak olan- Nif'te kendini rahatlamış ve neşeli hissediyordu. "Nedir bu?" diye bağırdı. "İzmir'e girdiğimiz akşamdır bu. Bu kadar sessiz mi olacağız? Kendimiz şarkı söyleyelim bari." Bir kadeh içki getirmişlerdi, istemedi. "İş ve içki bir arada olmaz," dedi. Saldırı başladığından beri ağzına bir damla içki koymamıştı; amacını elde edinceye kadar da koymayacaktı. Yanındaki subaylarla birlikte, yalnız kahve ile coşarak, Venizelos'un resmi altında zaferi kutlamak için şarkı söylemeye başladı. Zaferi kazanması için on beş gün yetmişti. Sonunda Ankara'ya döndüğü vakit arkadaşlarından özür diledi: "Kusura bakmayın. İnsan bazen hesabında yanılabilir. Tahminimde bir günlük bir yanlış yapmışım."
Sayfa 378 - Altın KitaplarKitabı okudu
Mustafa Kemal o gece, yakınlarından birkaç kişiyle Ankara dışında bir yerde yemek yedi. Cephede bulunduğu sürece, her zamanki gibi, içkiyi hemen hemen keseceği için, o akşam bol bol içti. Ayrılırken, ellerini omuzlarına atarak, "Şimdi doğru cepheye gidiyorum," dedi. "Taarruza başlamak için." İçlerinden biri, şaşkınlıkla, "Paşam, ya başaramazsanız?" diye sordu. "Ne demek istiyorsun? Taarruzun başlangıcından on dört gün sonra Yunanlıları denize dökmüş olacağım."
Sayfa 367 - Altın KitaplarKitabı okudu
Reklam
İçlerinde en konukseverleri Azerbaycanlılardı. Verdikleri bir akşam yemeği sırasında Ukraynalılarla Sovyet Ruslar bir masa çevresinde toplandılar. O sırada Rus elçisi Aralov ayağa kalktı. Madam Gaulis'in de anlayabilmesi için Fransızca konuşarak Fransızlara alabildiğine saldırdı. Onları, Sovyet Devrimi karşısında güttükleri siyaset yüzünden mazlum milletleri ezmekle suçladı. Gazi, verdiği Türkçe cevapta, elçinin iddialarını ustalıkla çürüttü. Ortada ezenler ve ezilenler diye bir şey olamazdı. Yalnız ezilmeyi kabul edenler vardı. Türkler ezilmeye razı olmamışlar, kendi işlerini kendileri görme yolunu seçmişlerdi. Öteki milletler de böyle yapmalıydılar.
Sayfa 351 - Altın KitapKitabı okudu
Yabancı gazetelerde, içkiye düşkünlüğü üzerinde yazılar çıktığı vakit kızacak yerde memnun olur, "Bunlar yazılmayacak olsa, halk beni anlamaz," derdi. Bir akşam, İzmit valisi, yemek yedikleri lokantanın perdelerini kapattırmak istemişti. Mustafa Kemal, "Sakın ha," dedi. "Perdeyi kapatırsanız herkes bizim kadın oynattığımızı zanneder, şimdi hiç olmazsa sadece içtiğimizi görüyorlar."
Sayfa 309 - Altın KitaplarKitabı okudu
"Girişilecek her hareketin halkın kararına dayanması ve halkın isteğini belirtmesi şarttır."
Sayfa 260 - Altın KitaplarKitabı okudu
400 syf.
10/10 puan verdi
·
11 günde okudu
Bayan Peregrine’nin Tuhaf Çocukları (1. Kitap)
Bayan Peregrine’nin Tuhaf Çocukları (1. Kitap)Ransom Riggs
8.3/10 · 6,3bin okunma
Erzurum'da çoğu başıbozuk olan Kuvayımilliye birliklerinin, İtilaf Devletleri'nin düzenli orduları karşısında ne işe yarayabileceğini soran kötümser bir dostuna şu cevabı vermişti: "Bu milli kuvvetler, namuslu bir adamın yastığının altındaki tabancaya benzer. Namusunu kurtarmak umudunu büsbütün yitirdiği zaman, hiç olmazsa tabancasını çekip kendini öldürebilir."
Sayfa 224 - Altın KitaplarKitabı okudu
Reklam
Bu geziler sırasında, köylülerde gördüğü sağlamlığı da takdir etmeye başlamıştı. Bir gün danslı çay saatinde, Sofya'da şık bir gazinoda oturmuş, orkestrayı dinliyordu. O sırada köylü kılığında bir Bulgar girip, yanındaki masaya oturdu. Garsonu üst üste çağırdı; garson onu önce önemsemedi, sonra da servis yapmayı reddetti. Arkadan da gazinonun sahibi, köylüye çıkıp gitmesini söyledi. Köylü, "Beni buradan atmaya nasıl cesaret edersiniz?" diye kalkmayı reddetti. "Bulgaristan'ı benim çalışmam yaşatıyor. Bulgaristan'ı benim tüfeğim koruyor." Bunun üzerine polis çağırdılar. O da köylüden yana çıktı. Köylüye çay ve pasta getirmek zorunda kaldılar, o da bunların parasını tıkır tıkır ödedi. Mustafa Kemal sonra, bu olayı arkadaşlarına anlatırken, "İşte ben Türk köylüsünün de böyle olmasını istiyorum," dedi. "Köylü memleketin efendisi durumuna gelmedikçe, Türkiye'de gerçek bir ilerlemeden söz edilemez."
Sayfa 85 - Altın KitaplarKitabı okudu
Cemal ona Selanik gazetelerinden birinde çıkan imzasız bir yazıyı gösterdi. Mustafa Kemal, makaleyi okudu ve rastgele bir gazeteci karalaması diyerek önem vermedi. Cemal o zaman, yazıyı kendinin yazdığını açıkladı. Mustafa Kemal ona, "büyüklük" konusunda uzun bir öğüt verdi. Kendini halk yığınlarına beğendirmeyi amaç edinmek kısa görüşlü bir politikaydı. Mustafa Kemal, "Büyüklük, memleketin mutluluğu için ne gerektiğini kestirmek ve doğruca bu amaca doğru yürümekten başka bir şey değildir... Kendi kendinin büyük değil, küçük ve zayıf olduğuna, ama hiçbir yerden yardım ummadan sonunda bütün engelleri aşacağına inanacak ve arkadan biri çıkıp da sana büyük adam derse gülüp geçeceksin," dedi.
Sayfa 63 - Altın KitaplarKitabı okudu
Sonradan bu Alman subayıyla konuşurken Mustafa Kemal, Türk ordusunun ülkeyi yalnızca düşmandan değil, aynı zamanda yobazlıktan ve düşünce üzerindeki baskılardan da kurtardığı zaman görevini başarmış sayılacağını anlattı. Türkiye'nin ana sorunu, Batı dünyasından geri kalmış olması ve Türkleri "muasır medeniyet seviyesine" ulaştırmak zorunluluğuydu.
Sayfa 61 - Altın KitaplarKitabı okudu
Eray Erdoğan
@eray35·2023 okuma hedefini ekledi.
2023 OKUMA HEDEFİ
1/20 kitap - %5 tamamlandı
1 kitap okudu
20 kitap
536 sayfa
0 inceleme
25 alıntı
Böylece subayların birçoğu "kolay kolay dönemeyecekleri" yerlere sürüldüler. Mustafa Kemal'le Ali Fuat da Şam'daki 5. Ordu'ya atanmışlardı. Mustafa, kaderine razıydı. "Pekâlâ," dedi. "Biz bu çöle gider ve orada yeni bir devlet kurarız." Hemen vapurla yola çıktılar ve iki ay kadar sonra Beyrut Limanı'na vardılar.
Sayfa 35 - Altın KitaplarKitabı okudu
444 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.