Gelişmiş kadının modern dünyadaki trajedisi diyordum bu.Erkekler evleneceği kızı değil, kızlar evleneceği erkeği seçene kadar da böyle sürüp gidecekti.
O mutlu günler geldiğinde kızlar bir yüzük alıp erkeğe evlenme teklifi yapacak, ailelerini “oğlan istemek” için erkek evine göndereceklerdi.
Aileler gelin almayacak, damat alacaktı.
Ama bu adet herhalde en son Türkiye’ye gelecekti.
Çünkü kadınlar ne kadar güçlenirse güçlensin burası “erkek” bir ülkeydi.
Öncelikle kitabın akılla değil de kalple okunması gerektiğini düşünüyorum.Çünkü yazılanları anlamaya akıl yetmiyor.
Hikaye 1983 yılında geçiyor; 35 yıl önce.Hala Firdevs gibi kadınların olduğu bir toplumda yaşadığımız göz önünde bulundurulursa durum vahim.
Kadın olmak!Böyle bir tabir var değil mi?Oysa ki o da nefes alan bir varlık.Ama
Çok uzun emekler verir ilişkisini yürütmek için.
Birinin kadını olmayı yüreği, beyni, ruhu o kadar zor kabul etmiştir ki, başka bir adama ait olmayı istemez.
Erkek gibi, çorbanın tuzu eksik diye kavga çıkarmaz mesela, tam tersi, konuşmamız lazım der.
Erkekler de en çok bu cümleye sinir olurlar. Ertelenir o konuşmalar, maç bitimine, yemek
Bitti...
İçimde hissettiğim duyguyu tarif edemiyorum.
Aklımın koridorlarındaki kelimeler resmen birbiriyle çarpışıyor ve bir araya gelip cümle oluşturamıyor.
Kürşat Başar'ın okuduğum ilk kitabı. Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine okudum. Aslında tam anlamıyla tavsiye de değil. O birkaç kere okumuş. Benim de ilgimi çekti. Çünkü ben bir kitabı
Üç gerçek biliyorum,
Ama demem;
Yohh yohh demem..!
Ateş, sen beri gel!
Er kişi niyetine
Nasıl da kıldınız namazımı?
Oysa ben hala diriydim,
Bilemediniz nazımı niyazımı...