Kitaba ilk başladığımda klasik viktorya tarzı bir roman olduğunu düşündüm. Biraz önyargılı bir başlangıç oldu buna sebep sanırım ilk anlatılan Helen karakterini farklı yorumlamış olmamdı. Helen, yeni katıldığı küçük İngiltere kasabasında diğer sakinlerden ısrarla uzakta durmaya çalışır ve bu davranışı gizemli kadın olarak kendi hakkında çevrede asılsız dedikodulara neden olur.
Onu gördüğü ilk andan itibaren ısrarla ilgisini gösteren Gilbert sayesinde Helen'in aslında başından geçenlere tanık oluyoruz. Ve kitabın en ilginç yanı da başlamış oluyor.
Gençliğin en taze en saf zamanlarında sevdiği adam ile kurduğu hayallerin, nasıl tersine döndüğünü ve dönemin saygı uyandıran kesiminin aslında içeride nasılda çürümüş olabileceğini gösterir bize.
Ailesinden uzakta, ahlaklı ve inançlı biri olan Helen, kocası ve arkadaşlarına karşı duygusal çelişkiler yaşadığı mücadelesini anlatır. Bu öyle bir mücadeledir ki oğlunu korumak için dönemin hiç hoş karşılanmayacağı bir şey yapar ve bizde kitapta Helen'in karşı savaşını okuruz. Kadın ve anne olarak dik duruşu, o dönemin en yankı uyandıran eser olmasına sebep olur.
Kurgusu okurken içinizde bazı noktalara dokunacak, etkileyici, sürükleyici bir okuma sunuyor. Bronte kardeşler hiç yanıltmıyor. En sevdiklerimden biri oldu.