Mutsuzluğun nedeni başarısızlıktan gelmemeliydi, hele hayal kırıklığı asla gözyaşlarının nedeni olmamalıydı...
Neden insanlar bir türlü anlayamıyorlar hayattan hiçbir şey beklememeleri gerektiğini, diye düşündüm.
Neden binlerce kitap, film, şarkı, şiir umudu tek hayat kaynağı olarak göstermiş, diye düşündüm...
Hiçbir zaman ümit etmedim.Umutla tanışmadım.
Eğer mutsuzluk, istediğini bulamamaktan, hayalini gerçekleştirememekten kaynaklanıyorsa sıradanlaşır.
Sadece adı kalır.
Güler geçerim sınavlarında başarılı olamadıkları için ağlayan gençlere, sevdikleri terk ettiği için intihar eden kadınlara.
Kolay mı bu kadar tanımak mutsuzluğu hayatın karanlığında?
En anlaşıldığı noktada başlar bilinmezliği hikayenin.
Kolay mı hayat, daha zengin olamadağı için bir adamın ağlayacağı kadar?
Evet, ne kadar genç, ne kadar hoş, ne kadar tüy gibi
hafif ve şık olduğunu görünce, şaşkınlıktan korkuya kapılmıştım. Ve şu da çok tuhaf değil mi, gerek
benim gerekse başkalarının sendeki o kendine özgü bir nitelik olarak her defasında hayretle
algıladığımız özelliğinin farkına daha ilk anda varmıştım: Sen, bir anlamda ikili kişiliği olan bir
insandın, hem sıcakkanlı, hayatı hafife alan, kendini bütünüyle oyuna ve serüvene vermiş bir gençtin,
hem de aynı zamanda sanatında acımasız bir ciddiyet sergileyen, görev bilinci taşıyan, son derece
okumuş ve bilgili bir adamdın. Zamanla herkesin sende hissettiği bir şeyi ben bilinçaltımda
algılamıştım, sen ikili bir hayat yaşıyordun, bir yönüyle aydınlık, tamamen dünyaya açık bir yüzey,
öteki yönüyle ise çok karanlık ve sadece senin bildiğin bir yüzey –bu dipsiz derinliklerdeki ikili
yapıyı, senin varlığının sırrını ben, yani daha on üç yaşında olan çocuk, sihirli bir çekim gücünün
etkisiyle daha ilk bakışta hissetmiştim.
Ben, senin dokunuşunla kendi gözümde kutsanmıştım: bu durumda kendimi benim için her şey olmuş olan seninle, hayatıma yalnızca şöyle bir değip geçmiş olan başkaları arasında nasıl paylaştırabilirdim?