Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
"İnsanlar, birbirinden uzun mesafelerle ayrılmış yıldızlar gibi, kendi hususi boşlukları içinde dönen, yalnız, hepsi mahrem ve başkalarına kapalı birer dünyadır. Bir yıldız sönünce ondan uzaktakiler bir şey duymaz."
Gönlümüzün dikenleri kaç ele batmış ve kaç kalbi kanatmıştır! Gönlümüzün gülleriyse, hala, asıl kıymetlerimiz gibi, kalbimizin kanıyla beslediğimiz sevgililerimiz değil midir?
Reklam
Bu insan ruhu şahsi talihin fevkine çıkan, faniliğinin içinden başını yükselterek kısmen de gökleri koklayan, göklerin sonsuzluğuna karışan, ebediyetin lezzetini tadan ve onun mukadderatına iştirak eden bir ilahtır ve bunun içindir ki yaşamakta daima hayvani-ilahi bir lezzet, bir tat duyulur. Saadet bilhassa fizyolojik bir şeydir. Her mahluk için dünya bir cennet, her can için hayat bir vuslattır. O kadar ki din ve iman dediğimiz şeyin esası bile ahrette gene hayata kavuşmak hülyası, yine yaşamak rüyasıdır.
Eskiden onu babam gibi sevenlerin ve eniştem gibi sevmeyenlerin şimdi hemen hepsi ölmüşler yahut ölmüş gibi, hep birer köşeye çekilmişler! İhtiyarların böyle, mezarlıklara düşmeden önce, düştükleri bir "araf" hayatı vardır. Ölüm, onlar daha hayat içindeyken, böyle yalnızlık, sükut ve inziva ile başlar.
Artık seneler aylar gibi, haftalar günler gibi, saatler dakikalar gibi geçiyor! Zaman bir acele hastalığına tutulmuş da bizi iterek kovalar gibi koşuyor! En kısa bir lezzet için fırsat ve imkan kalmıyor. Ömrümüz mahrekinden* kopup gözlerimiz karşısında gönlümüzü kıran bir süratle boşluğa düşüp sönen bir yıldız gibi geçiyor! En eski, en sevgili ölülerimiz dirilseler ve yanımıza gelseler belki onlarla buluşmaya ve uğraşmaya bile vaktimiz olmayacak! (*mahrek: yörünge)
Aynı gün içinde saatten saate değişiriz. Kaygısız bir çocuk, hırslı bir genç, uslanmış bir yaşlı adam, ve biçare bir ihtiyar olabiliriz. Aynı yirmi dört saat içinde yalnız kalmaya susar, başkalarıyla görüşmeye acıkırız.
Reklam
Bazı geceler her günkü yatağınızın hatıralarına artık tahammül edemediğinizi duyup da başını almaz ve içinde bir tek hatıranız bulunmayan bir bakir odaya vararak içinde hiçbir rüya görmemiş olduğunuz bir yatakta uyumak ve yepyeni rüyalar kucağına sığınmak istemez misiniz?
Bu rüzgarlar Fahim Beyin geçmiş günlerinin başakları ve gecelerinin sazlıkları içinden geçtikçe onların hepsini dile getirerek sırlarını söyletiyor, onlar, başlarını eğiyorlar, sallıyorlar ve içlerindeki halledilmemiş sırlar birer ses halinde canlanıyor, havalanıyormuş ve Fahim Bey, vecd* içinde, bir nevi felsefi mevize** dinler gibi olmuş. * sevgi ve heyecandan doğan coşkunluk **vaaz
O, bu dairenin içinde, hiçbir yerde, velev ki ay sonlarında veznenin önünde bile gözükmezmiş ve hatta çokları onun burada bulunduğunu da bilmezlermiş. O, iyi, ciddi, sebatlı nazarlarıyla buraya kimseye görünmeksizin herkesten evvel gelir, burada kimseye görünmeden çalışır ve yine hiç kimseye gözükmeksizin, herkesten sonra, bir gölge gibi, çıkar, gidermiş.
Esasen, çok kere, nice dostlarımızın zengin kütüphanelerindeki, sırayla dizilmiş yaldızlı ciltli kitapları görünce, "Sahi bunların hepsini okudunuz mu?" diyeceğimiz gelir. Ve onlar "Evet" deseler bile, bizim, yine "Ne yazık! Zira ne kadar az istifade etmişsiniz" diyeceğimiz gelir.
Reklam
(...) başka günler ayar edip kurmaya o kadar itina ettiği bütün saatlerini, o sofadaki kuyruklu saati, o duvarda asılı çalar saati, o aynanın önündeki münebbihli* saati, ve hatta çok kere hırkasının üst mendil cebinde duran mineli, kıymetli, husisi saatini, güya onlara bir ceza vermek ve onlardan bir intikam almak ister gibi kurmaz, onları durmuş oldukları meyus** bir saniyede bırakırmış. Bu duran saatlerin etrafında zamanlar göze görünmez bir süratle geçer, fakat nefesleri bu durmuş saatleri işletemezmiş. (* uyarıcı, ** karamsar)
Devlet hizmetinde ya doğumları iktizasıyla, ya cesaret ve gayretleriyle nice büyük işler görmüş ve nice heyecanlı maceralar geçirmiş eski dirilerin şimdiki mezarlarını kalabalık yoldan ayıran yüksek ve yosunlu duvar önünde bu mütevazı hayat arkadaşları, bilmem nedense, daha silik iki hayalete benziyorlardı.
Akşam şehre ve kalplere helmesini döküyor, sokaktan geçenlerin gözlerine karanlıkların sürmesini çekiyor, yüzlerini sanatın manalarıyla güzelleştiriyor, hareketlerini kahramanların edalarıyla asaletleştiriyor, her şeyi romantik gölgelere sararak kıymetleştiriyordu.
Fahim Bey ve Biz
"Herkesin hakikatten bu kadar uzak kalan gizli hülyaları, bu kadar uzun vadeli emelleri, bu kadar çılgıncasına ölçüsüz ümitleri, hülasa, herkesin de bu kadar yersiz hesapları yok mudur? ... Bilakis biliriz ki, bütün kanımızı emdikleri halde, ziyadan korkan yarasalar gibi, mantığın ve zekanın aydınlığından kaçınan birçok hülyalarımız, emellerimiz vardır."
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.