Sonra da her hayatın, ona hariçten bakanlara, nasıl esrarlı göründüğünü düşünerek en boş ömürlerin bile zihin karşısında teşkil ettiği muammaya daldım.
“Fakat hayatımızın mantığı kendi izânımıza her an güler ve onu istihfaf eder. En makul adamların bile, en makul adamların hele, bazan delilik yapmaya meyilleri, istekleri, ihtiyaçları olmaz mı? Delilik, suların, havanın, bütün tabiatın bir nevi başıboş mantığı değil midir? Bunları nasıl bilelim ki hep buhar gibi kaynaşan hudutlar üstündeyiz! Bu hükmü kim verebilir ve bu işe kim hakem olabilir? Kim bilir, kim diyebilir ki delilikteki usluluk nerde biter, usluluktaki delilik nerde başlar?”
“Kim bilir, kim diyebilir ki kendi kendimiz hakkında ilmimiz nerde biter, cehlimiz nerde başlar? Ve başkalarının cehli nerde biter, ilmi nerde başlar?”
“Evet, bir gün olur, insan, gençken ruhunda parlayan bütün yıldızların birer birer söndüğünü görür. Ruhumuzu içtiğimiz su ve yediğimiz ekmek gibi besleyen emeller ve ümitlerimiz birer birer bizi terk eder. “
“Kim bilir, belki de insanların çoğu böylece artık aldanmadıkları, artık ummadıkları, artık ümit edemedikleri, artık hayal kuramadıkları için ölürler ve gözler belki açıldığı içindir ki ilelebet kapanmaya mahkum olur.”
“Her insanın zevahir hayatının altında bir de gizli kalan ve sırf kendi hilkatı ve ruhuyla yaşadığı büsbütün mahrem bir ömrü vardır ki bu hayat içimizde kendi üstüne kapanmış olan bir âlemin mahsulüdür.”
İnsanın yaşı ilerledikçe zamanı darlaşıyor. İşi ve parası çoğaldıkça zamani azalıyor! Önümüzde kalan günler eksildikçe bunların kıymetini daha çok anlıyor, fakat ne yazık ki artık yaşamaya imkan bulamıyoruz. Hiçbir şey yapmaya vaktimiz kalmıyor.
“Bir yaş gelir ki ondan sonra ehemmiyet verdiğimiz şeyler artık tarihe karışmış yani hayattan çıkmıştır ve bütün dualarımıza karşı sayıklayan talihten artık hiçbir makul cevap almamıza imkân, yani bizim imkânımız kalmamıştır!”