"-Ne yapıyorsun sen?
-Yazıyorum.
-Ne yazıyorsun?
-Konuşamadıklarımı. Hiss ettiklerimi ama anlatamadıklarımı.
-Neden yazıyorsun peki? Konuşmak bu kadar zor geliyor ya yazmak kolay mı?
-Yazmazsam bütün bu acıların çoğalacağını sanıyorum. Sanki her yeni bir hatıra eklendiğinde diğer hatıraları da uyandırıcak. Eve gece vakti gelmiş sesli-küylü misafir gibi. Bunun olmaması için yazıyorum. O misafirleri kovuyorum ya da kovduğumu sanıyorum. En azı bir kaç saatlik yalnız kala bilmek için yazıyorum.
-Peki, yazdıklarını ne yapıyorsun? Belki, bir gün verirsin okumaya? Ne dersin?
-Yakıyorum onları, külünü bile mahvediyorum.
Misafirlerimi bir daha geri dönmemek üzere yolcu ediyorum."
"En kötü nedir bilir misin, baba?! Başkalarının mahv olmuş, hatırladıkça kötü hissettiren, ve onlara acı veren hayallerinde baş rolde olmak. Ne ağır bir günah, ne ağır bir cinayet. Bir kere öyle bir rolde olduğunu bilse insan, yaşamamalı, gülmemeli ve bir daha nefes almamalı bence, baba."
Bütünüyle unutulmaya kimsenin gücü yetmiyor. Bir duvarda iki satır yazı, bir albümde soluk bir resim, bir hafızada silik bir hayal olarak kalıyor istemese de. Bütünüyle unutulmak gibi acıklı bir oyuna kimsenin yüreği dayanamıyor.
450 sayfaya yarım bırakmıştım. Ama yeniden döndüm. Hiç aklımdan çıkmıyordu çünkü. Bir şeyler çekiyor insanı bu kitapta, bir şeyler hissediyorsun ve devam edeceğini biliyorsun.